Türkiye'deki temel problemlerden biri, bazı kesimlerin kendisini
üstün ve ayrıcalıklı görmesidir.
Net bir sınıfsal nepotizm var bu ülkede.
Siyasetçisi, bürokratı, diplomatı, askeri, hâkimi, savcısı,
doktoru, gazetecisi...
Halk bilmez biz biliriz, diyorlar. Memleketin aydınlığını
kendileriyle kaim zannediyorlar.
Kibir dağlarının tepesinden "cahilleeeer" diye
höykürüyor; kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi gibi
yaşamayanları, kendisi gibi giyinmeyenleri ötekileştiriyor,
başkalarının tercihini tercihten saymıyorlar.
-"Biz ameliyat yapıyor, insan yaşatıyoruz" diye böbürleniyor
hekimi. Ama "cahil" diye hakir gördüğü Ayşe Teyze'nin
yaptığı peynir, topladığı zeytin, ektiği soğan olmasa yaşamalarının
mümkün olamayacağını düşünmüyor o kişiler.
-İçinde bulunduğu toplumun değerlerinden çok uzakta yaşıyor
sanatçısı. Ama kendini hayat damarı ve insanlık meşalesi gibi
görüyor.
-Akıl sata sata "akıl gurusu"na dönüşüyor gazetecisi.
Toplumdan bir adım önde gitmeyi vazife edinmiş ya! Bu uğurda her
türlü marjinalliği mübah görüyor. "Haber kutsal, yorum
hürdür" diyerek dokunulmazlık atfediyor. Affedersiniz
de yalan haber yazıyorsan niye kutsal olsun?
-Musallada generali er kişi niyetine uğurlanmak garipseniyor. 15
Temmuz'da alçak bir darbeci "Bize rütbemize uygun biri kelepçe
taksın" deyivermişti. Haini bile böyle gerisini düşünün
gerisini...
Oysa hepimiz bu ülkenin parçasıyız. Kimi canını koyuyor ortaya,
kimi ömrünü...
Kimi kalemiyle hizmet ediyor kimi malasıyla kimi yollarda
direksiyon sallayarak, kimi insanları savunarak...
Elma ile elmasın değeri bir değildir, işleyen eller birdir.