Paris’teki
meslektaşlarımızdan Ömer
Aydın, Sarı
Yelekliler isyanıyla ilgili bilgiler aktarırken,
Fransız medyasının hâlini de gözler önüne serdi.
Aydın diyor ki: "Olayların
başından itibaren karartma uygulayan Fransız medyası, Russia Today
ve benzeri yabancı medyanın gösterilere geniş yer vermesiyle
strateji değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü halk gelişmeleri yabancı
medyadan izler hâle geldi.
153 liseli çocuğun Amerikan
tarzında kelepçelenmesi, sosyal medya sayesinde gündeme oturdu.
Oysa çok sayıda Fransız medyasının olay yerinde kamerası/muhabiri
vardı. Gazete/TV’ler görüntüleri saatler sonra kullandılar. Russia
Today'in özellikle Şanzelize’deki gösterilerle birlikte yerel
gösterileri de geniş biçimde yansıtması konvansiyonel Fransız
medyasına duyulan öfkeyi artırdı. Ülke genelinde medya mensupları
tartaklandı, materyali kırıldı."
Aslında bu yaşananlar hem
Fransızlar hem de bizim için iki bakımdan çok
öğretici...
BİR: Türkiye gibi ülkeler
söz konusu olduğunda basın özgürlüğü ve demokrasi naraları atan,
polis şiddetinden dem vuran Fransızlar, iş kendilerine dönünce
hiçbir şey tanımıyorlar. Hatırlarsanız Macron mayıs ayında Russia
Today muhabirlerinin saraya girişini yasaklamıştı. Aslında
Fransızlar bu çelişkili tavırlarıyla Batı medyasının genelini de
yansıtıyor.
İKİ: Meydanı yabancı medyaya
bırakırsan ülke menfaatini ilgilendiren kritik dönemlerde ortada
kalırsın. Kendi halkın, kendi ülkesini el âlemin objektifinden
izler. Tabii ki onların istediği şekilde. Bizde de bu tehlike
var. İngiliz BBC, Alman Deutsche Welle, Rus Sputnik,
Kürt Rudaw... Bunlar Türkiye'de Türkçe faaliyet
gösteren medya mecraları... Giderek güçleniyorlar. Ve yeri
geldiğinde kendi ülkelerinin menfaat ve reflekslerini ortaya
koyuyorlar. Ukrayna krizinde Rus Sputnik'in, Barzani referandumunda
Rudaw’ın yaptığı gibi. Bu yüzden yerli ama objektif,
millî ama küresel bakabilen medya, ülke menfaati için
şart...
Afişsiz kampanya bir risk
mi?
Önümüzdeki seçimde bir ilk
denenecek.
Meydanlara afiş asılmayacak,
sokaklarda otobüslerle bangır bangır gürültü
yapılmayacak.
Partiler kampanyalarını ağırlıklı
olarak dijital mecralardan yürütecek. Anlaşılan sosyal medya
propagandada başı çekecek.
Herkesin elinde telefonu, evinde
interneti var. Sosyal medya kullanıcı sayısı seçmen sayısını
yakalamış durumda.
Yani dijital dönüşüm
kaçınılmazdı.
Ancak eldeki veriler, geleneksel
kalıpların tamamen terk edilmesi için yeterli mi, yaşayıp
göreceğiz.
Şurası kesin, sosyal medya
yanıltıcı olabilir.
24 Haziran seçimlerinde sosyal
mecraları en iyi kullanan Saadet Partisi idi. Çok etkili filmler
çektiler. Türkiye'yi, e-Mitingle tanıştırdılar. Bol da etkileşim
aldılar. Ama sandıkta yüzde 1’i bile bulamadılar.
Tehlike
çanları
Danıştay Cumhuriyet Savcısı çıktı
ve orduda başörtüsü serbestliği getiren düzenlemenin yürütmesinin
durdurulmasını istedi. Neyse ki 2. Daire 1’e karşı 4 oyla maksatlı
talebi reddetti.
Ama film daha bitmedi. Çünkü
yüksek mahkeme bir de düzenlemenin iptal talebini değerlendirecek.
Pek muhterem yargıçlar şak diye iptal kararı da verebilir. Hiç
garantisi yok. Eski Türkiye özlemi duyanlar, fırsatını bulduğunda
kazanımları bir kalemde silebilir.
Burası öyle bir memleket ki, üç
adam oturdukları yerde sistemi kilitleyip ülkeyi kaosa
sürükleyebilir.
Bu kadar basit
olmamalı...
Karanlık
gazetesi
Ata Yurdu Doğu Türkistan’da bir
şeyler oluyor. Sosyal medyada Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulmü
anlatan videolar dolaşıyor. Bölgeden sağlıklı bilgi ulaşmıyor. Bu
yüzden de gündeme gelmiyor.
Maocu Perinçek’in gazetesi
Aydınlık, geçen gün “Uygur bölgesinde neler oluyor?” diye bir haber
yaptı.
Sandım ki, hakikatleri
anlatacaklar.
Okuyunca kanım
dondu.
Neymiş, Çin gericilikle mücadele
ediyormuş! Zamanında Atatürk’ün yaptığını yapıyor, cahil ve yoksul
Türk halkını aydınlatıyormuş.
İnsan bunların yazdıklarına
bakınca “Demek ki Atatürk iyi bir şey yapmamış” demeden
geçemiyor…