Gazeteciler basın kartını Başbakanlık'tan
alıyordu. Başbakanlık müessesesi kalkınca yetki Cumhurbaşkanlığı'na
bağlı kurumlara verildi.
Bu
çerçevede Basın Kartları Yönetmeliği de
değişti ve son 70 yılın 14'üncü düzenlemesi yapıldı.
İnternet haber siteleri mevzuata girmedi. Ancak
dijital mecrada çalışanlar da 'basın mensubu' tanımı kapsamı içine
alındı.
Düzenlemeye göre terör suçlarından hüküm giyenlere
ve tacizcilere, tecavüzcülere, bir suçtan en az 5 yıl hapis cezası
yiyenlere basın kartı verilmeyecek.
"Halk arasında korku ve panik oluşturmak amacıyla
tehditte bulunmak, suçu ve suçluyu övmek, halkı kin ve düşmanlığa
tahrik etmek, dinî değerleri alenen aşağılamak" gibi suçlardan
ceza alanlar da basın kartını rüyasında görecek.
Birincisi...
Yani bu değişiklik; işinde gücünde olanı
değil,
PKK'lılara güzellemelerde bulunan
'Karan'lık kadınları,
"Hesap günü gelecek, sizi mağdur edeceğiz" diye
parmak sallayan 'Kırıkkanat'ları,
Adliyede savcı katleden DHKP/C'lilerle röportaj
yapan karı'Şık' adamları,
Vatandaşa 'göbeğini kaşıyanlar' diye hakaret eden
Be'kir'gilleri ve onların zihniyetinin
temsilcilerini ilgilendiriyor...
Yönetmelik, basın kartı sahibinin sınırlarını
çiziyor.
Ne
var ki Türkiye'de sistem ve düzen devamlı değişiyor. On yıl önce
suç görülen bugün sayılmayabiliyor.
İkincisi...
Bundan sonra basın kartı 'sicili temiz'
gazetecilere verilecek.
Pekiyi, kalemini şahsi çıkarı için kullananları,
parayla röportaj yapanları, ahlaksızlığın dibine vuranları,
mesleğin altını oyanları ne yapacağız?
Onlar için de bir yönetmelik yok mu?
Sözcü'ye dava kime hizmet
eder?
Sözcü gazetesinin yönetici
ve yazarları hakkında "FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım"
suçundan iddianame hazırlandı.
Emin
Çölaşan ve Necati
Doğru üçer yazısından dolayı davalı
konumunda.
Çölaşan'ın meşhur "Bizim başaramadığımızı
Fethullah'la ekibi başardı" yazısı da dosyaya kondu.
61
sayfalık iddianame söz konusu yazarlara değil, ağırlıklı olarak
gazeteye yönelik hazırlanmış. 17/25 Aralık döneminin manşetleri
ortaya dökülmüş.
Gazete bunun üzerine geçen hafta neden FETÖ'cü
olamayacaklarını ispatlamak için manşetler attı.
"Ben M. Kemal'in askeriyim" diyen
Çölaşan vaktinde Zaman gazetesiyle nasıl davalık olduğunu
anlattı.
Sözcü ve yazarları FETÖ'ye alet olmuş olabilir.
Nitekim, onlara belgeleri getiren polislerin çoğu ihraç
edilmiş.
Eski yerleşik düzeni kutsamaktan, toplumun bir
kesiminin değerlerini hafife almaktan, iktidara nefret kusmaktan ve
bu uğurda yalan yanlış demeden bulduğuna sarılmaktan başka ne iş
yapıyor Sözcü?
Bu
yüzden gazeteye FETÖ'den dava açmak ya meseleyi sulandırmak
anlamına gelir ya da tam tersine eski devletin sinsi bir
operasyonunun altyapısının kurulduğunu akıllara
getirir.
İddianamenin beş yıl sonra yazılması ikinci şıkkı
güçlendiriyor.
Çölaşan'ı nasıl
bilirsiniz?
Emin Çölaşan FETÖ'cü değildir. Aksi iddia hayatın
olağan akışına terstir. Ama, Çölaşan çok şeydir.
*
Mesela Sultan Abdülhamid tarafından Fizan'a sürülmüş bir
'İttihatçının
torunudur' Çölaşan.
*
Eski patronu Aydın Doğan'a göre nankörün
tekidir. Köşesini bir mevzi hâline getirmiş, nazla, cazla,
şantajla 300 bin, 500 bin dolarlar götürmüş bir
'kalemşor'dur Çölaşan.
*
Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalışırken devletin gizli belgelerini
Cumhuriyet gazetesine sattığı ortaya çıkan 'iş bilen bir
memur'dur Çölaşan.
*
Amirlerini "Takunyalılar, tarikatçılar, namaz kılıyorlar" diye
'gazetelere vermiş'
bir ispiyoncudur Çölaşan.
*
12 Eylülcülerin postalını yalamış, 28 Şubatçılara hevesle "Paşam
darbe yapacak mısınız?" diye sormuş bir darbeci
matkaptır Çölaşan.
*
Eşi Danıştay'ın, kayınbiraderinin eşi Anayasa Mahkemesi'nin başına
kadar yükselmiş bir 'ricacı'dır
Çölaşan.
*
'Çağdaş'ları bir bir sinip giderken hâlâ köşebaşını tutmayı
başarmış 'bay becerikli'dir Çölaşan.
*
Kim ona kapısını açtıysa pişman etmiş, herkesi sırtından vurmuş bir
'Brütüs'tür Çölaşan.