Altı yıl kadar önce dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Bangladeş'e gitmiştik. Sefalet içimizi burkmuştu.
Marmara bölgesi kadar coğrafyaya Türkiye'nin iki katı nüfusu sığdırırsan ne olur? Tabii ki keşmekeş.
Kara yolu ile ülkenin büyük şehri Chittagong'dan, Rohinya Müslümanlarının sığındığı Cox's Bazar'a geçtik. 150 kilometrelik mesafe 6 saat sürdü. Yol yok. Bizdeki kasaba yolları, onların şehirler arası yollarının yanında otoban gibi.
Hem yol dediğin şehri geçince dağa, bayıra, geniş düzlüklere açılır. Ama ne mümkün! Git git git şehirleri bir türlü geçemedik. Hepsi birleşmiş. Bir de karanlık mı karanlık. Kimin nereden çıktığı belli değil. Gecenin üçünde bile ilkel bir trafik vardı.
Sonra tartışmaya başladık: Bu ülke nasıl ayağa kalkar? Sen olsan önce neyi değiştirirdin?
Benim aklıma ilk olarak yollar geldi. Birisi erkeklerin kıyafetini söyledi, zira hepsi etek giyiyordu. Ötekisi anlamadığımız alfabelerini hatırlattı...
Sahi... Yüz yıl önce de bunlar bizim ülkemizde muasırlaşma adına yapılmamış mıydı? Anaokulundan itibaren beynimize...