“Mülakat”ı şevkle okumaya başladım. Orijinal bir düşünce. Ahmet Hamdi Bey’in sorularına ve Ahmet Cemil Bey’in cevaplarına dikkat kesildim. Böyle de olabilir elbet diye düşünüyordum. Bir kahramanın yolculuğu başka bir kalemin elinden devam edebilir. Başıma geleceklerin, yaşayacağım şokun henüz farkında değildim.
Sayılı sayfalar çabuk bitiyor. “Mülakat”ı bitirdiğimde ben de tükenmiştim. Gençlerin tabiriyle kafamda deli sorular. Kime soracağım. En iyisi Mustafa Özel’i aramak. Ahmet Cemil için bizim “ilk İslamcı roman kahramanımızdır” diyen kendisi değil mi? O halde “artık tarihe mal olmuş bir kahraman”a kendi yazarının bile müdahale hakkı ortadan kalkmış iken nasıl olur da Ahmet Hamdi Bey (ısrarla Ahmet Hamdi Bey diyordum, sanki Tanpınar dersem inşa ettiği edebi metinlerin bendeki izi büsbütün toza toprağa karışacakmış gibi) bir başka yazarın kahramanını imha edebilir? Esasında imha ettiği Mai ve Siyah’ın Ahmet Cemil’i midir yoksa Batılı kadın karşısında Türk erkeğinin zavallı çaresizliği mi?
Dikkatiyle roman kahramanlarını aramızda yaşayan bireylere dönüştüren, iktisat ile edebiyatı asma köprülerle birbirine bağlayan Mustafa Özel’i aradım. “Mülakat”tan haberdarsınız ama ben yine de ola ki gözünüzden kaçmıştır diye haberdar etmek istedim” dedim. Haberdar idi. Lakin henüz metin ile karşılaşmamıştı. Metnin adresini verdim. Hafta sonu BİSAV’a gidince bakarım dedi.
Böylece roman kahramanlarının hukuku üzerine konuşabileceğim tek kapıda dinlenme imkanı bulamadım, aklımdaki deli soruların mihmandarlığında bir müddet kayboldum.
Halit Ziya Bey yarın ahrette Ahmet Cemil’in hesabını Ahmet Hamdi Bey’den soracak mıydı?
Aynı şeyin kendime yapılmış olduğunu düşündüm. Hiçbiryer’in Şahin’i mesela. Romandaki kaderine rağmen kalemim ölümüne razı olmamış, onu öyle bitmemiş gibi biten roman sayfalarında muhafaza etmiştim. O kadar muhafaza etmiştim ki Müjgan’ın hikâyesi Şahin’in ölümünden sonra başlayacağı için yıllardır bir türlü yayınlamayı göze alamamıştım.