Birkaç yıl önceydi, Nazife Şişman ile Bauman' a dair
konuşuyorduk. 90'lı yaşlarındaki sosyolog, nerede o özel ve güzel
günler hayıflanmasına başvurmadan dünü ve bugünü değerlendirişi ile
her zaman gıpta ettiğimiz biri idi.
Bizim “alimlerimiz” ahir ömürlerinde ya kendini ekrana vuruyor ya
da “Unumu eledim, eleğimi duvara astım, duvar yıkıldıysa benim hiç
mesuliyetim yoktur” gamsızlığında eğleşiyor.
Bauman üzerine çalışmadım. Ama 90'ların sonundan itibaren daima
Bauman ile çalıştım.
İlgilendiğim her konu, zihnimden taşan her soru için Bauman'a
baktım. Bir defasında bile arayışım boşa çıkmadı.
Bauman üzerine çalışmadım, Bauman ile birlikte çalıştım. Bu ne
demektir? Bu şu demektir: Fikirlerine katılmasanız bile fikrini
ortaya koyma biçiminden, bakış açısından her defasında çok şey
öğrenirsiniz.
O gün telefonda Bauman üzerine uzun bir konuşma yapmış olmalıyız.
Telefonu kapatınca kızım “Bauman'ı çok mu seviyorsunuz?” dedi.
Sevmek?
Evet ya da hayır demek yerine “Kendisine çok minnettar olduğumuz
kesin” dedim.
Peki onun Müslüman olması için dua ediyor musunuz?
Çok şaşırdım. ŞOK, ŞOK durumu adeta.
Çabuk toparlandım.
Allah'ın Rahman sıfatına mazhar olacağından o kadar emin olmalıyım
ki, ikinci bir ihtimali hiç düşünmemişim bile, dedim.
Bu konuşmanın ardından “kanaat önderi” diye ortalıkta dolaşan,
herkese medeniyet yol yordam dersi veren bir şahıs ile aynı masanın
etrafından birkaç saat geçirmek durumunda kaldım.
Gece boyunca konuştu. Durmadan konuştu. Masanın etrafındaki
insanların arka arkaya iki cümle kurmasına engel olacak kadar çok
konuştu. Kendi bilgisinden pek emin, başkalarının ne düşündüğünü
hiç umursamadan, “Babanız zurna çalar mıydı padişahım?” frekansında
konuştukça konuştu. Üstelik hem bakış açısı yanlıştı hem bilgileri.
Masada bulunanlar edeben itiraz etmediler. Bana göre o yanlış bakış
açılarına, yanlış bilgilere itiraz etmemek ilim ahlakına aykırı
idi. Ama o protokol masasında tek kadın olduğum için susmanın
zehrini içmeye razı oldum. Sükut her zaman altın değildir, bazen
zehrin ta kendisidir.