Medya dünyasında giderek artan kekremsi bir tat var. Bilgiden ve duygudan yoksun yazılar, bir merakın peşinden gitmeyen sorularla kotarılmış söyleşilerle basılı medya giderek daha yoğun bir şekilde kan kaybediyor.
Bayram yaklaşınca adettendir nerede o eski bayramlar temalı birbirinin kırkıncı tekrarı sorular eşliğinde söyleşiler yapılır.
Arifeden iki gün önce adı bende saklı genç bir muhabir bayram üzerine söyleşi yapmak istediğini söyledi. Yola çıkacağımı sorularını hemen gönderirse birkaç saat içinde cevaplayabileceğimi söyledim.
Sorular derhal gönderildi. Lakin ben derhal cevaplayamadım. Zira soruların hemen hemen hepsinin “restore” edilmesi gerekiyordu. Soruları restore ettiğimde ise ortaya çıkan söyleşi genç muhabire ait olmayacaktı. Telefon ettim ve tek tek bütün sorularının aksayan yönleri üzerine konuştum. “Siz istediklerinizi cevaplayabilirsiniz” dedi olanca nezaketi içinde. (Böyle bir gelenek oluştu. Size en çok sorulmasını istediğiniz soruları söylerseniz sizinle o minvalde söyleşi yapmak isterim diyenler de oldu nitekim daha önce.)
Genç kız tamamen masum. Okulda soru sormak üzerine bir eğitim almıyorlar. Soru sormak için bilgi sahibi olmanın olmazsa olmaz gerekliliği ya da her sorunun taşan bir merakın mihmandarlığında ilerleyebileceğine dair fikirlerini hiç yormadan mezun oluyorlar.
Genç muhabirler soru soramıyor da tecrübe sahibi moderatörler sorabiliyor mu? Hayır. Bir haftanın özetini geçtikten sonra “e bu konuda ne düşünüyorsunuz?” cümlesini soru niyetine ortaya atıp, araba sileceğinin ritmini andırır bir edada başını bir sağa bir sola çevirerek konukların birbiriyle kavga edişini seyre koyuluyorlar. Önemli olan ekran şıklığı yüz güzelliği. Soruların ne ehemmiyeti var değil mi ama!