Biraz sonra okuyacağınız satırları yazarken fark ettim ki, hatıraların zamanına değil duygularına güvenmek gerekiyor.
Size 1984 Ramazan-ı Şerif’ini anlatacaktım. Yine anlatacağım. Ama anlattıklarım tamamen başka bir kurguda olacak. Bu kurgunun “sahihliğini” ise “Allâme Google”a borçluyum.
Birkaç yıl önce bendenizden bir Ramazan-ı Şerif yazısı kaleme almam istendiğinde “Ne tür bir yazı?” dedim. “Hatıralarınızdan bahsedebilirsiniz” dediler. O sıra hatıraların bahçesine inmek içimdeki közü tutuşturur korkusuyla “Yok,” dedim, “ben Ramazan sofraları, günümüzde yemeğin gönüle ve mideye değil, tamamen göze hitap eden yapısı üzerinde durayım.”
Teklifim kabul edildi. Lakin yazıların da kaderi var. Ve dahi yazıların da kederi var.
Yazmak istediğim yazı ile yazdığım yazının hızla birbirinden uzaklaştığını fark etmem yarım saatimi aldı. Kelamın yolu ısrarla 1984 Ramazan’ına, 1984 Ramazan’ında yaşadığım depreme doğru ilerliyordu.
Her şey biraz önce seyretmiş olduğum film kadar taze, gözümün önünde yazılmayı bekliyordu.