Aşağıda okuyacağınız satırlar bir vekil ile yaklaşık iki yıl
önce yapmış olduğumuz sohbetten geriye kalanlar. Esasında yazıyı
isminden bahsederek yayınlamak istedim. Rızası olmadı.
Bu sohbette elbette isimler ve resimler de vardı. Ancak kayıt
cihazı çalıştırarak değil, tabii bir ortamda zuhurat ile
gerçekleşmiş bir sohbeti kelimelere yüklemeye çalıştığım için sayın
vekilin itiraz etme hakkını kayıtlı tutarak, isimleri ve resimleri
hiç anmadan meselenin ruhunu ele veren cümlelere yoğunlaştım
(Aşağıda okuyacağınız metni vekilin kendisine gönderdim, adının
yayınlanmamasını istemek dışında bir müdahalesi olmadı).
Niye o zaman değil de şimdi yayınlıyorum? İsmi ile yayınlanmasına
izin çıkmayınca metni zaman içinde demlenmeye bıraktım. Belki de
güncelliğini yitirir diye düşündüm. Tam tersi oldu. Güncelliğini
yitirmediği gibi bendeniz için daha da önemli bir hale geldi.
Buyurun:
-Müslümanlar oyuncu oldukları değil, seyircisi oldukları oyunu
değiştirmeye kalkıyor. Oyunu değiştirmek istiyorsan önce oyuncu
olacaksın.
-Siyaset bizim işimiz. Siz gündelik hayattaki sorumluluklarınızı
yerine getirin.
-Medeniyet nedir? Gramsci'nin yaklaşımı ile söyleyeyim: Medeniyet
gündelik hayatın içinden kurulur. Sen bugün nasıl yaşıyorsan
medeniyetin oradan kurulacak. Medeniyet dediğin TOKİ binası değil
ki sabahtan akşama kurulsun.
-Müslümanlar kendilerini hayattan, sokaktan mesul görmüyor.
Siyasetin içinde olmak istiyorlar. Siyaset siyasetçinin işi.
Siyasetçinin vazife süresi bellidir. Başlar ve biter. Ama müminin
gündelik hayattaki vazifesi ölünceye kadar devam eder.
-Herkes kendi işini doğrultmaya değil, siyaseti doğrultmaya talip.
Herkes kendi işini yapacak. Kendi işini, sorumluluğunu en yüksek
noktada idrak ederek yapacak.