Pazartesi günü DİB'in Olağanüstü Şura'sı vesilesiyle
hocalarımızın, yaşadığımız zaman ve mekanı, bu zaman ve mekanı
kuşatan teknolojik dünyayı bilmediklerinden bahis açmıştım.
İçinde yaşadığı çağı bilmek, soru sorabilmekle başlar.
Soru sorulmadığında din dilini güncelleyemez, bilim kendini
yenileyemez, edebiyat da kendini inşa edemez.
Ekranlar soru soramayan insanlarla dolu. Adı üstünde tartışma
programlarında bile tv programcısının, konuğuna sorduğu soru şöyle:
Son olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Zaman, değişiyor, olaylar
değişiyor, konuk değişiyor lakin soru hiç değişmiyor.
Yeni kitap yayınlayan bir yazara sorulan soru da yıllardır hiç
değişmez: Bu kitapta neyi anlatmak istediniz?(Bu bayat soruya ben
anlatacağımı anlattım esas siz ne anladınız diye soru ile cevap
vermeyi göze alamayan yazarlara kibarlık karnesine yüz üzerinden
150 notunu mu vereceğiz? Vakti zamanında bu satırların yazarı bu
soruyu sormuştu da ne kadar kibirlisiniz diye önce yüzüne sonra da
sosyal medyada yazılan değerlendirmelere katlanmak zorunda
kalmıştı.)
Babanız zurna çalar mıydı padişahım frekansına devam eder edebi
kamunun soruları.