15 Temmuz gecesini, sağlıklı bir şekilde hafızamıza
yerleştirebilmek için yaşadıklarımızdan ibret çıkarmamız
gerekiyor.
Modern zamanlarda ibret bahsi müşkül bir bahis. Yaşadıklarımızdan
ibret çıkarabilmek için olanı biteni bütün boyutları ile kavramak
elzem.
Fakat şu an bunu imkansız kılan bir atmosferle ve hikayenin başını
çoktan unutmuş, sonunu korkuyla bekleyen bir haber dili ile karşı
karşıyayız.
Hikaye nasıl başlamıştı?
Hikaye 1980'lerde kasetlerde ağlayarak vaaz eden “bir lokma bir
hırka ile yaşayan” bir vaizin hikayesi olarak başlamış; hikayenin
gelişme bölümünde ise, 28 Şubat'ın genleşip, genişleyen sürecinin
idraksiz tanıkları olmuştuk.
Bu gün siyasi öznelerden, aydınlara; halktan bürokratlara kadar
hepimizin cevap vermesi gereken soru şu: PDY/FETÖ örgütlenmesi
konusunda TSK ve laik çevreler tehlikeye dikkat çektiği halde,
onlara “tehlikeli” gelen durum bize niye tehlikeli gelmemişti?
Bunun cevabı yakın tarihimizde gizli. Türkiye'de laik çevreler
laikçi bir yapılanma ile dindar olan herkesi “takunyalı” sıfatıyla
fişlemeseydi, 28 Şubat sürecinin acı tanıklığını yaşamamış olsa
idik tekinsiz iklimin içindeki en güvenilir sığınak olduğuna
inandırılan PDY mekanlarına bir şekilde yolu düşmüşlerin sayısı bu
kadar yüksek olmazdı.
(28 Şubatçı zihniyet olandan biten pek ders alacağa benzemiyor.
Hâlâ daha analiz adı altında, inanan insanları din dışı bir söyleme
mahkum etmeye çalışıyor.)