I-
Futboldan anlamam. Tuttuğum bir takım hiç olmadı. Ama futbolun sosyolojisi ile daima ilgilendim. Bu ilginin kaynağı çocukluğuma dayanıyor. Dini bütün büyükbabam radyoya kulağını dayamış bir şekilde milli maçları dinlerken kendinden geçerdi. Büyükannem büyükbabamın futbol neşesine, tuttuğu takımın galip gelmesi için evdeki terlikleri ters çevirerek eşlik ederdi. Dolayısıyla ben hayatım boyunca futbol maçı seyretmedim, futbol maçı seyredenleri seyrettim.
Futbol, modern şehir hayatının aidiyet zinciri oluşturan yapılarının başında geliyor. Erkekler için unutuşun ve tutunmanın kimyasını sunan büyülü bir iksir futbol. Dertleri unutmak, günlük hayatta hiç karşılaşmayacağınız insanlarla “aynı heyecana” dâhil olarak hayata tutunmak demek, bir maçın seyircisi olmak demek.
Takım aidiyetinin nelere kadir olduğunu, hangi eskiyen umutları yeşerttiğini, “bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” sözünün Ali Koç’un zaferi ile birlikte bir günlüğüne nasıl gerçekleştiğini gördük Türkiye olarak.
II-
Beşiktaşlı babanın Fenerbahçeli oğlu Ali Koç, takım kimliğini evin çalışanına borçlu. Ali Koç’un “Bizim evde çalışan” diye bahsettiği Kamer Kaya’nın evin garsonu olduğunu öğreniyoruz.