I-
Yazılanların doğru okunmadığı, söylenenlerin hep yanlış kulaklara
gittiği günlerdeyiz. Belalı günler...
Yazıyı doğru okumanız için sonda söyleyeceğimi ilk başta
söyleyeyim:
HDP' ye hiçbir sempatim yok.
Ne siyasi duruşlarına yakınlığım ve yatkınlığım söz konusu olabilir
ne de gittikçe küstahlaşan siyasi dillerini anlayışla
karşılayabilirim.
Fakat oyunu HDP' ye veren bir kişiye öfke duymam söz konusu
olamaz.
Yapmış olduğu tercihi “düşman” yargısına çevirenlerin tavrını
onaylamam söz konusu olamaz.
Kürtçü siyasete de, Türkçü siyasete de, dinci siyasete de
karşıyım.
İnsanları Kürt, Türk , Boşnak diye ayırmak meşrebime uygun
değil.
İnsanlara nereli olduğunu sorarım lakin etnik kökenini sormam.
Merak etmem.
Mesela, Diyarbakırlı olmayı merak ederim. Diyarbakırlının Ermeni
mi, Kürt mü, Türk mü, Arap mı olduğunu merak etmem.
Çocuklarım küçükken onlara esasen ailemin bir kolumun Kürt olduğunu
söylerdim. Çünkü Kürt olmak ya da Türk olmanın bizim elimizde
olmadığını anlatabileceğim en kolay yöntem buydu.
Etnik kimliğin içine doğarız. Tercih hakkımız yoktur. Ama iyi bir
Müslüman olmak iyi bir insan olmak bizim elimizde. Ahlaki
kimliğimizi biz kendimizi inşa ederiz. Şahsiyetimizi irademizle biz
dokuruz.
Şahsiyetin dokusu en ziyade öfke anlarında, yıkım anlarında, yokluk
anlarında ortaya çıkar.
Şimdi niye bunlardan bahsediyorum?
Yazıya başlamadan önce kendimi izah etme zorunluluğu hissettim,
çünkü içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı karşımıza çıkan herkese
hem hüsnü zan beslemekten mesulüz hem de başkalarının bizim
hakkımızda sui zan beslemesini engellemekten mesulüz.
Teröre karşı sokak eylemlerini endişe ile karşılıyorum.
Kürt vatandaşlarımıza karşı yapılmış olan dükkan yakma
haberlerinden ziyadesiyle endişeliyim.