Bir araştırma yapılmış. Pasif olarak ünlüleri takip edenlerin özellikle kadınların başkalarının hayatına baktıkça mutsuz olduğu ortaya çıkmış.
Haberi yapanlar haberin sonunu şöyle bağlıyor: Bunlardan kaçınmak için sosyal medya diyeti yapmalısınız.
Güzel. Bir diyet listesi mi bekliyorsunuz? Bir kaç öneri? Öneri var tabii.
Şöyle: Bir hafta hesabınızı kapatın. Bir haftanın sonunda sizin de başkaları ile paylaşacak pek çok şeyiniz olacak.
Yozlaşmanın anahtar kelimesi “başkaları ile paylaşacak çok şeye sahip olmak.”
Çok şeyden maksat “yedim, içtim, eğlendim, aldım, sattım, cümle alemi kendime baktırdım paylaşımları”. Yani başkalarının streslenmesine katkı sunacak şeyler.
II
Bendeniz bir gazetede yazdığım halde medya diyeti yapanlardanım. Tv izlemiyorum. Radyodan haber dinliyorum. Sosyal medyayı sadece “bildirimler” üzerinden takip ediyorum. Fevkalade günlerin dışında time-line takip etmiyorum. Ekrandan haberleri “kaydırmaya” başta sıhhatim müsaade etmiyor.
Günde iki defa haberleri dinleyerek, “haberdar” olmam gerekenlerden haberdar olduğumu düşünüyorum.
Haberdar olmanın bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Haber bir bilgi türüdür, öyleyse bilginin toplumsal sorumluluk anlamında bir karşılığı olmalı.
Hangi türden bilgi olursa olsun benim temel sorum şudur: Bu edindiğim bilgi ile ne yapacağım?
Bilgi ile ne yapacağımız konusunda sıkıntımız büyük. Yayınlanan kitaplar mesela. Hangisine yetişeceğiz, hangisini okuyacağız? Hislerime tercüman olarak T. Zeldin'in satırlarını seçtim: “...1600'lü yıllar civarında her yıl yayımlanan 400 İngilizce kitabın neredeyse hepsini çıkar çıkmaz okuyabilirdim. Rönesans dönemi insanlarının hayatı bizden daha kolaydı. Ancak günümüzde tüm diğer yayınların dergi ve ilanların yanı sıra yıllık iki yüz bin yeni kitapla karşılaşıyorum. Bu rakam yaşadığım Britanya adası dışında üretilen hiçbir yayını kapsamıyor. Dünyada her yıl yarım milyon yeni kitap yayınlanıyor. Dolayısıyla insanlık cehalet tarihinde belirgin biçimde yeni bir aşamaya giriyor.”