Her nefesin bir nasibi var. Ağaçtan, kuştan, sesten, dosttan yana.
Her son nefesin de bir nasibi var. Hastalıktan, kazadan. “Üç gün peygamber döşeği” ya da geride kalanlara “biraz önce, daha demin” diye başlayan, gidişinin bu kadar ani oluşuna hayretler ettiren cümleler eşliğinde, terki dünya ediş var.
Kimine ölüm sel gibi gelir. Sel ile gelir.
Kimine ölüm hastalık ile gelir. Uzun uzun vedalaşma sahnesi sunar. Umudu umuda yaslandırır. Gâh “Yatana da zor bakana da” dedirtir; gâh “son iyilik” etiketi yapıştırır hastanın gülen yüzüne.
Ama hastalığın kollarında mola veren için, daima tesellinin ülkesi kurulur. Hasta tesellinin serin cümleleri ile hep “buraya” ait kılınır, “Allah’tan umut kesilmez” cümlesine şeksiz şüphesiz iman ile, bu dertten kurtulan nicelerinin hikâyesi iliştirilir.
Kimine ölüm otururken gelir. Bineceği otobüsü beklerken mesela. Bir yakınım böyle terk etti fani dünyayı. Gözünde güneş gözlüğü, elinde gazete. Öylece otururken.