Bu yazıyı yazarken ekranıma bir sigorta şirketinin gençlere
yaşlılığı öğretmek üzere hazırladığı simülatör haberi düştü.
Mesele O. Wels'in şiirsel ifadelerinden çıkıp somut hale
getirilmişti. Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim sen
yaşlılığın ne demek olduğunu asla bilemezsin, diyordu kadife sesli
şarkıcı.
Her şeyin tersine çevrildiği zamanlardayız. Gençler, yaşlılığın
nasıl bir şey olduğunu öğretmek üzere tasarlanmış kostümü
sırtlarına geçirerek yaşlılıkta beden gücünün ne kadar azaldığını
deneyimleyebilecek.
Peki, yaşlılar içinde yaşadığımız dönemde gençlerin nelerle
boğuşmak zorunda kaldıklarını deneyimleme şansına sahip mi?
Tüketim kültürü eğer bir gün kendisine bunu dert edinirse, muhakkak
bir fatura yardımıyla deneyimlenen bir paket sunacaktır. Şimdilik
tek ilgilenilen husus yaşlıların genç gibi olması.
Yaşlılar olgunlaşıp tecrübe biriktiremez iken, üstelik teknolojik
gelişmelerin hayata yayılma hızıyla doğru orantılı olarak
yaşadıkları hayata gittikçe yabancılaşırken, gençlerin hayatı
anlamlandırmaları, kendilerine bir yol bulmaları nasıl mümkün
olacak?
Hayatı anlamlandırmak dedim de... Burada duralım. Size geçtiğimiz
Perşembe günü başımdan geçenlerin anlatayım.
Bugün sadece olayı anlatayım, Cuma günü benim tanıklığımın
üzerinden birlikte yol alalım.
Olay geçtiğimiz Perşembe yaşandı. Usul usul bir rahmet yağıyor.
Boynumda asma çantam, bir elimde şemsiye, öbür elimde orta
büyüklükte içi kitap dolu ağır bir çanta. Taksi bekliyorum. Benden
beş on adım ilerde 20 yaşlarında bir delikanlı da taksi bekliyor.
Taksilerin geliş istikametine yakın olan benim. Bir taksiyi
durduruyorum. Benim durdurduğum taksiye genç adam meyledince, bunu
ben durdurmuştum diyorum.