-I-
Biraz sonra size bir market atmosferinden, bir kırtasiye atmosferinden nasıl Proust’un satırlarına düştüğümü anlatacağım. Marcel Proust/Kayıp Zamanın İzinde/ Swanların tarafı.
Akşamın dar vakti bir markete girdim, sebze alıp çıkacağım. Market sebzeleri sıkıntılı malum. Sebzelerin peşinde vakit geçirirken küçük bir kızın “baba baba” diyen civelek sesi geliyor kulağıma. Küçük kızın sesi akşamı şenlendiriyor. Çocuk sesi vaktin şenliğidir. Vakte kayıtlı olmadığım bazı günler teneffüsteki küçük çocukların sesinden şifa bulmak için okulun önündeki otobüs durağında gözlerimi kapatıp bir musiki dinler gibi dinlerim. Çocuk sesi ruha şifadır. Bir çocuk sesi bir de kuş sesi hayatın devam eden ritmidir adeta.
Küçük kız “baba, baba” diye hitap etmese pekâlâ torunu olarak da düşünebileceğim bir yaş farkı var baba-kızın arasında. “Baba”, Peygamber Efendimiz’in çocuk sevgisinden nasibini almış bir din görevlisi gibi. Bilmiyorum neden vücut dili bendenizde din görevlisi izlemi uyandırdı.
Küçük kızın istekleri hiç bitmiyor. Babası onu hiç azarlamadan mütebessim bir çehre ile dinliyor. Ama küçük kız istediğini almadan bırakacaklardan değil. Israrını aşama aşama tehdide dönüştürüyor. En sonunda “ Karne hediyesi işte. Bunu bana almazsan ben de o zaman bu marketten dışarı çıkmam” diyor.
Bak sen hayduta!