Ansızın ayrılmıştım aranızdan sonra yine ansızın döndüm.
Giderken gidiyorum dememiştim “gelince” de geldim demedim.
Fakat okuyucu bir izah bekliyormuş meğer...
Yazılarıma neden ara verdiğimi, sonra yeniden nasıl başladığımı
merak edenlerin çok olduğunu bilmiyordum. Bir haftadır değişik
vesilelerle aynı soruya maruz kaldım.
Anlatacak pek bir şey yok aslında.
Evet ansızın ayrıldım aranızdan. İki cümle etmeden. Şu vakte kadar
yokum şu sebeple demeden. Son yazdığım yazının tarihi 24 Ağustos.
25 Ağustos'ta yazımı yazmıştım. Yazdığım yazı üzerinden devam
edeceğim yeni yazıların planını yapmıştım. Planın içinde
yayınlayacağım okuyucu mektupları da vardı. Ama 25 Ağustos günü
birden kelimelerimin kaybolduğunu fark ettim. Toplamak için gücümün
yetmediğini/ yetemeyeceğini fark ettim. Yazdığım yazıyı yayınlarsam
o yazıdan dolayı ayrıldığım zannedilirdi. (Çünkü o yazı ancak
birbirini takip eden 5-6 yazı ile doğru bir yerden okunabilecek bir
yazı idi.) Yayın Yönetmenimiz İbrahim Karagül'ü aradım. İzin
istiyorum dedim. Sen de ne çok izin istiyorsun Fatma Hanım oldu
cevabı. 15 gün ara ver dedi. Oysa ben en az iki ay istiyordum.
İbrahim Karagül, o kadar ara verirsen bir daha yazmak istemezsin
dedi. Bir ay geçince bir kaç hafta daha köşe yazısı yazmasam evet
bir daha yazmak istemeyeceğimi fark ettim.
Günlük yazı yazmanın insanı körleştirdiğini düşünüyorum. Sanki
kamerayı aynı yere koymuşuz gibi bir his.
Hayatı görmeden, hayatı kaçıran yazılar yazmak istemem. Hayatı
yakalamak için insanın daha çok kelimesinin olması gerekiyor. Daha
çok kelime. (Her türlü ıstırabımızı, şaşkınlığımızı, öfkemizi,
eleştirimizi aynen paydasında eşitlemişken nerede çıktı daha çok
kelime kaygısı mı diyorsunuz?)
Şiddetin dili, öfkenin dili, anlayışsızlığın dili, kalabalığın
içinde yalnız kalma hali kelimelerimizin azalması ile doğru
orantılı olarak artıyor.