“Beni bu havalar mahvetti” mısraını ne çok söyleriz bahar
aylarında. Bütün kış boyunca baharı bekler, sonra da üzerimize
çöken tembellikten şikayet ederiz. Hem şikayet ederiz hem de yaz
ayları gelince güneşin altında şöyle gamsız tasasız oturmak
isteriz.
Oturanlar vardır, ne ki gündelik hayatın telaşı içinde karıncalar
misali ağır yükün altında ezilmiş olanlara bakıp bakıp, kendilerini
yetersiz gördükleri için güneş ile gamsız buluşmanın sevincini pek
yaşayamaz, emekli insan mutsuzluğu ile yorgun düşerler.
Seçim propagandalarının bile emeklilerin “bayram harçlığı”na
kilitlendiği şu günlerde “Tembellik Hakkı” üzerinden konuşalım
mı?
“Tembellik hakkı” Marx'ın damadı Paul Lafargue'ye ait bir
risale.
“Halkların Baharı” diye bilinen, 1848 yılının çalışma şartlarına
dair ilginç tasvirleri var:
“Haziran 1848'de işçiler, elde silah, bu çalışmayı ailelerine zorla
dayattılar; karılarını ve çocuklarını sanayinin baronlarına teslim
ettiler. Kendi aile yuvalarını kendi elleriyle yıktılar;
karılarının sütünü kendi elleriyle kuruttular; hamile ve bebek
emziren bahtsız kadınlar, bellerinin bükülmesi ve sinirlerinin
tükenmesi pahasına maden ocaklarına ve fabrikalara gitmek zorunda
kaldılar; çocuklarının yaşamını ve sağlığını erkek işçiler kendi
elleriyle parçaladılar. Utan proletarya! Halk masallarımızın ve
eski hikayelerimizin sözünü ettiği, sözünün eri, dobra dobra
konuşan... kadınlar nerede? Taban tepip duran, hem yemek yapan, hem
şarkı söyleyen, yaşam tohumları ekip neşe saçan, sağlıklı ve gürbüz
çocukları hiç zahmetsiz doğuran o ehli keyif kadınlar nerede? Bugün
kolu kanadı kırık cılız çiçekler olan soluk renkli, kansız ve
cansız midesi sakat fabrika kadınları ve kızları var.”