Bu yazıyı Çarşamba günü Ankara-İstanbul uçağında yazmaya
başladım. 3-4 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen DİB Din
Şûrası'nın olağanüstü toplantısına katılmak için yoldayım.
Olağanüstü şura adından da anlaşılacağı üzere olağanüstü şartlarda
15 Temmuz saldırısının din algısında açtığı yaraları konuşmak üzere
toplandı.
İstanbul'dan Ankara'ya sabah uçuşlarında yer olmadığı için Şura'nın
açılış oturumuna yetişemedim. Yetişseydim belki de yan koltukta
oturan Batmanlı yol arkadaşımı tanımayacaktım. Onu tanımış olmam
önemli mi? Önemli. Çünkü onun zihnimde açtığı dosyalar ile dahil
oldum öğleden sonraki oturumlara. O halde hikâyeyi en başından
anlatarak başlamalıyım...
Yanımda oturan siyah feraceli, siyah başörtülü kara gözlü, nur
yüzlü, sevimli genç kızın telefon konuşmasına tanık olmasaydım,
kitabımın sayfalarından kolayına çıkamazdım. (Kitabın adı “Alamut
Efsaneleri, yazarı Farhad Daftary. Adından da anlaşılacağı gibi
İsmaili bakış açısından yazılmış bir kitap. Kitabın bizim
gündemimizle bağlantısı üzerine belki bir ara konuşuruz.)
Tam da şimdi ilahi bir hikmetle önüme düşmüş kitabın sayfalarından
beni çekip alan/koparan şey, genç kızın cep telefonundaki
konuşmasına tanıklığım oldu. Bilet bulamadığı için icazetinden puan
kırılacağını söylüyordu. Aşkla not ortalamasından bahsediyor,
bundan sonra tek bir dersini bile asla kaçırmayacağını dile
getiriyordu. Mevsim yaz... Yaz okulu mu diye düşündüm önce. Telefon
konuşması bitince, öğrenci misiniz diye sordum. Öğrenciymiş. Dokuz
kişilik bir sınıfta medrese öğrencisi. Arapça eğitim görüyorlar ve
ağırlıklı olarak Nur Risaleleri okuyorlar. Lise eğitimine devam
ederken medrese öğrencisi olmaya karar vermiş. Şimdi hem medrese de
okuyor hem de üniversite eğitimine hazırlanıyormuş. Ne okumak
istediğini sordum. Durum biraz karışık dedi. Karışık olan durum
Mısır-Türkiye ilişkileri. Çünkü H., El-Ezher'de okumak istiyor.
Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde karışık olan durumun sadece
Türkiye-Mısır ilişkileri olmadığını anlamakta gecikmeyecektim. Ne
demek mi istiyorum?
Ben “Alamut Efsaneleri”ni o Senai Demirci'nin “Birinci Söz”ünü
okumaya çalışırken bir taraftan da sohbetimizi sürdürdük. Bir ara
yazar olduğumu söyledim. Adımı sordu, söyledim. Yeni Şafak'ta köşe
yazarı olduğumu da söyledim. Ne adım ne de Yeni Şafak aşina bir
isim olarak yer almadı bakışlarında. Medrese talebelerinin eğitimi
ağır olduğu için gazete okuyacak fırsatları olmuyor diye
düşüneceksiniz. Hayır o Batman'da okuyan bir medrese öğrencisi
olduğu için Yeni Şafak'ı okumuyor değil. Bu yıl İstanbul'un İmam
Hatip Liselerinde yaptığım konuşmalarda da gazete okumadıklarını,
okullarında konuşma yapacak yazarı, hiç olmaz ise bu da kimdir
kabilinden hiç merak etmediklerini biliyorum. Çünkü gençler
özellikle genç kızlar “mahallede olan biteni” Instagram
hesaplarından, mahremin yağmalandığı mecralardan takip etmeyi
tercih ediyor. Yanlış anlaşılmasın Batmanlı genç kızın takip ettiği
Instagram hesaplarından haberdar değilim. Sadece fikri konuların
değil özel hayatların takip edildiği/röntgenlendiği bir anlayışın
toplumda giderek yaygınlaştığına dikkat çekmek için söylüyorum
bunları. Bunları söylerken de kendimden yola çıkıyorum. Mesela
90'lı yıllarda Dergah dergisinde henüz bir kaç hikâyesi yayınlanmış
“yeni yetme bir yazar” iken İmam Hatip ve İlahiyat öğrencileri
bendenizi tanırdı. Şimdi 20 kitap yayınlamış biri olarak tanınmıyor
olmam benimle ve beni tanımayan gençlerle doğrudan alakalı bir
durum değil. Bu, popüler kültürün bize sunmuş olduğu seçenekler
dünyası ile alakalı.
Olağanüstü Din Şurası yerine neden Batmanlı medrese öğrencisini
merkeze alıyorum? Şu sebepten: Olağanüstü Din Şurası'nda yapılan
konuşmaların ana teması DİB, İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip
Liseleri arasındaki kurulması gereken korelasyon üzerineydi.
Paralel Yapının İmam Hatip Liselerinden gençleri devşirmelerinin
mümkün olmadığı tespitinden hareketle İmam Hatip Liselerinin
varlığının önemine işaret ediyordu değerli hocalarımız.