Tıka basa dolu salonda, iki kişilik boş yer, sekiz kişinin kahvaltı ettiği, kahvaltı artıklarıyla dolu tabakların henüz toplanmadığı masadaydı. Bulaşık tabakların üst üste yığıldığı masaya tedirgin bir şekilde oturdu iki kadın, 70’i devirmiş 80’e bir hayli yakın yaşlarda olmalıydılar.
Mekâna yabancı oldukları her hâllerinden belliydi. Niye gelmişlerdi? Sanki biraz önce cuma toplantısındaymışlar, büyük tövbeyi aşk ile tekrarlamışlar, Yasin-i Şerif’i ağlayarak takip etmişler, cuma toplantısını nihayetlendiren “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla’m seni” ilahisini şevk ile söylemişler, kapıdan çıkacakları sıra arkadaşlarından birisi “Ahretliğim hastalanmış, ziyaretine gelen var mı?” demiş de, bu iki hanım, ahretliğin adresini alıp gelmiş, bu geldikleri yerin ahretliğin evi olmadığını anca içeri girdikten sora anlamış da, “Du bakalım, burada nasıl bir dünya varmış hele bir boynumuzu uzatalım” demişler. Sanki...