Önce ağladım. Dört metre kare alana serilmeye çalışılmış, alanın neredeyse iki katı olan eski, kirli halıya gözyaşlarım döküldü. Namazım bozuldu mu? Bilmiyorum. O sıra namazımın bozulup bozulmadığını düşünemeyecek halde idim. Ağlıyordum ölümüne ağlayan bir insandan daha farklı değildi haleti-i ruhiyem.
Rahmetli hayatta iken. Burası henüz restore edilmemişken. Eski bir taş bina iken. Üst katta kütüphanenin hemen yanında kılardık namazımızı. Yine öyle zannettim.
Bina restore edilmiş, giriş katı olabildiğinde cicili bicili hale getirilmiş. Kırk çeşit tatlının muhatabını beklediği “Turkish delights”, yerli yabancı turistlerin nazarına sunulmuş...
Her şey ne kadar da güzel, parlak, yeni ve cilalı...
Üst kata doğru meyledince, kurumun emektarı ardımdan yetişti. “Hocam” dedi “burada şey ediyoruz ARTIK.”
ŞEY. ARTIK.