I-
Çarşamba günü için yazımı gazeteye göndermek üzereydim, son okumayı yaparken ekranımdan bir mesaj geçti: Akif Emre geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.
Nasıl? Kalp krizi sonucu.
Nasıl diye başladığımız soruları neden, niçin diye devam ettiririz. Niçin öldü? Dünyaya gelirken getirdiği son ile öldü. “Her nefs ölümü tadacaktır.”
Ölümü hatırlayarak yaşayabilsek belki hayat daha kolay. Lakin yaşamak için kıvamında bir unutma da şart. Ne ki biz modernler için kıvam tutturmak müşkül.
Bütün ölümler erken, bütün ölümler yakışıksız geliyor bizim fani benliğimize. Ama akran ölümü kadar, “Sen de öleceksin” ihtarını yapan başka bir şey yok.
Merhum Akif Emre'nin sondan bir önceki yazısının altında etiket olarak üç kelime var: Hayat, çürüme, sosyoloji.
Akif Emre'nin bütün yazıları bu üç kelime üzerinden aktı. Hayatı hayat yapan şeylerin peşindeydi. Dikkatli ve rikkatli bir kelâm ile söyledi söyleyeceklerini.
Ondan geriye kalan son görüntü, ofisindeki güvenlik kameralarına yansıyanlar. Ahmet Haşim'in mısralarını canlandırır gibi çıkmış merdivenlerden. Ağır ağır:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Haşim'in bu mısraları ile Akif Emre'nin son yazdığı yazılar nasıl da birbiriyle eşleşiyor. Haşim'in sembolik düzeyde anlattığı yangını o, reel üzerinden sinematografik sahneler eşliğinde “Marvel” izleğinde anlatmıştı. Son yazısı ile ölüm haberi aynı sayfaya denk düştü ve binlerce kişi tarafından paylaşıldı.
Daha önce hiçbir yazısı bu kadar “paylaşılmamıştı”.