Ne kadar çok naylon var hayatımızda.
Kaplar kacaklar, sandalyeler, masalar, halılar, kilimler, kıyafetler...
Gördüğümüz her şey, dokunduğumuz her şey naylon olunca biz de naylon oluyoruz.
Aklımız naylon, fikrimiz naylon. Kalbimiz naylon.
Uzaktan bakınca ışıltılı parlak renkli; idrak etmesini bekleyince saldırgan, süfli, sorumsuz, nadan.
Naylon kalplerimiz, naylondan bedenlerimizi içinde tıpırtısını bekliyor.
Lakin azıcık bir zorlamada eğilip bükülüyoruz. Acık bir darbede yamuluyoruz.
Aldığımız plastik/ naylon sandalyeler iki mevsim sonra yamuluyor, yamulmasını seviyoruz çünkü onu atıp yerine yenisini alacağız. Gözümüz yorulmuştu kullanıp attığımızın yerine yenisini getireceğiz, o zaman gözümüz gönlümüz açılacak. Bir enerji gelecek üstümüze. Ne kadar sürecek enerjimiz? Bir kaç saat ya da bir kaç gün. Sonra bitecek o enerji. Yeni bir hayat enerjisi için yeni bir şeyi atmayı düşüneceğiz. Onu atınca yerine yenisi gelecek yenisi gelince bize de birkaç vakitlik hayat enerjisi gelecek.
Nesneler naylon, ilişkiler naylon, kariyer basamakları naylon.
Bir zamanlar naylon faturalar vardı hayatımızda. “Hayali ihracatçılar” vergi iadesi almak için ihraç etmedikleri halde sanki pek kıymetli ürünler ihraç etmişMİŞ gibi yapardı.
Naylon faturalarla hakiki para kazanmak o kadar kolay olunca naylon diplomalarla hakiki kariyer kazanmanın da yoluna düştü sen benim kim olduğumu biliyor musungiller.
Perşembe günü profesyonel ofislerin yazdığı “bilimsel tez” haberine karşılık telefonlarım susmadı. Görüşümü merak ediyorlardı.
Görüşümü merak edenler, şaşırmamı bekliyordu.
Üzgünüm şaşıramadım. Çünkü ben o ilk şoku 2003 Haziran'ında yaşamıştım.
Beni arayan muhabirleri o yazıya yönlendirdim.
Müsaadenizle tekrar yayınlıyorum. Buyurun: