Neden böyleyiz sorusunun cevabı, ilgilerimizde ve dahi
bilgilerimizde saklı.
İlgi duyduğumuz konular, sorular, sorunlar hakkında farkında
olmadan yeni ilgi alanları oluşturarak ilgimizin derinliğine göre
yol alıyoruz.
Türkiye olarak ilgi paydamız ne ise yarınlarımız o ilgi paydası
üzerinden gelişecek, dönüşecek ya da imha olacak.
İlgilerimiz ne mi?
Medya ve sosyal medyadaki “ilgi”lere bakarsak biz en çok
hatalarımızı seviyoruz. Yapılan her gaf, her hata bire bin
verimlilikle yol alıyor. Hatalar bu kadar sevilince hata sahipleri
şöhret bulutları ile sarıp sarmalanınca...
Sorumluluk almayacağımız ama sonsuz öfkemizi yöneltebileceğimiz
konuların içinde kaybolmayı seviyoruz.
Dünya ülkelerinin öğrencilerinin matematik zekasını ölçmek yerine,
toplumun bir mevzu üzerinde günlerce durabilme, konuşabilme
becerilerini ölçseler ilk ondayız emin olun.
Gelmiş geçmiş bir futbol maçının ardından “bir ayak oyununu”,
istikbalimize ışık tutacak sosyal bir projeymişçesine elli defa ama
ellisinde de aynı pespayeliği tutturacak kabiliyette yorumlamak...
Bu konuda çok az rakibimiz vardır.
Beni bu kadar kötümserliğe sürükleyen ne mi?
“Geldi geliyor deprem tartışmaları”na ilgimiz ve tedbirimiz
konusunda nasıl bir karnemiz var mesela?
Çarşamba günü yayınladığım yazı hiç ilgi görmedi. Ama tam da işin
kalbini tutan mercilerden bir mektup geldi. Buyurun:
Sayın Barbarosoğlu,
Bugünkü Yeni Şafak gazetesindeki köşe yazınızı okuyunca, haklı olan
sitem ve endişelerinize neden olan ve “SÖYLÜYOR. Tık yok”
siteminize bir cevap olur umuduyla ve aynı derdi yaşayan, üstelik
bu konuda görevli bir kişi olarak bazı gerçekleri sizinle
paylaşmak, hele bir de İstanbul için Le Pıchon'dan daha fazlasını
söyleyenlerden biri olarak bazı şeyleri ifade etmek istedim.
İstanbul düzeyinde deprem tehlikesine maruz, gelişmiş büyük dünya
kentlerinde (Tokyo ve Los Angeles) yapılan risk azaltma (deprem
direnci yüksek kentler oluşturma) amaçlı projelerin çok büyük bir
kısmı Belediyemiz (Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü) tarafından
İstanbul için de gerçekleştirilmiş olmasına rağmen; dünya
kentlerinde yapılan bu projelerin çok büyük bir kısmı uygulamaya
konulurken, İstanbul'da ise çok küçük bir kısmı uygulamaya
konulabilmiştir. Görevi İstanbul'un deprem direncini artırmak olan
bizler 20 yıldır üretiyor ve söylüyor olmamıza rağmen “tık” yok. Ve
o kadar söyledik ki; söylemekten “tık”ımızın kalmadığından daha
kötüsünün, deprem söyleyince, söyleyecek “tık”ımız bile olmayacak
olmasıdır. Bu konuda yalnız olmadığınızı, duyması gerekenlerin
duyması için aylık bir dergi için kaleme aldığım ve henüz
yayımlanmamış olan makalemi sizler gibi duyarlı insanlarla
paylaşmak istedim. Saygılar sunarım. Allah'a emanet olun.
Mahmut BAŞ