Ağustos ayı düğün ayı malumunuz. Düğünler, sosyal dokudaki
değişiklikleri en yoğun hissettiğimiz kamusal/törensel
mekanlar.
Düğünlerin ihtişamı göz kamaştırıp, israf debisi giderek
yükselirken evlenmelerin ötelenmesi toplumsal bir yara olarak
büyümeye devam ediyor.
Eğitimsiz gençler nispeten daha kolay evlenirken, eğitimli
gençlerin evlilik yaşı ilerliyor.
Gençlerin evlenmesi toplumsal bir mesele olduğu halde, evlilik
yaşının ilerlemesinin faturası genç kızlara çıkarılarak, sosyal
hayatın bütün çıkmaz sokakları genç kızların kariyer merakına
bağlanarak görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Gençlerin evlenme yaşının giderek yükselmesi sanki sadece genç
kızların sorumluluğunda imiş gibi bir algı var. Bu algıyı
besleyenler de daha ziyade erkek akademisyenler ve yazarlar.
Durum şu: Gençliğini 20. yüzyılda idrak etmiş erkekler, 21.yüzyılın
gençlerinin sorunlarını kavramakta yetersiz kalıyor.
İsmail Kılıçarsalan, “Neşeli dindar kızlar” diye yazmıştı. Keşke
onun yazdığı gibi “neşeli” olsa idi kızlar. Evet ne yiyelim ne
içelim, ne giyelim derdiyle dertli; şairlerin seminerlerini,
sohbetlerini kaçırmayan “neşeli” kızlar var. Ama bir de dünyanın
yükünü çeken “kederli dindar kızlar” var. Bu gün sizlere bu genç
kızlardan birinin mektubunu sunuyorum. Buyurun: