Birisinin kulakları duymuyor. Şaşkın şaşkın bakıyor işitemediği konuşmaların ardından. Ötekinin ayakları felçli. Torunları duyanı duymayanla karıştırıyor. Duymazlığa gelmek oyununu bozmak için.
Ablasının, “Ben artık işitemiyorum,” diye kulağına doğru bağırmasına sessizce, “İşitecek ne kaldı ki?” diyor.
Abla, kardeşinin duymadığı sözleri yerine onun yatağa bağlanışına dertlenerek, “O daha küçük. Benden on yaş küçük. Sekseninde ha var ha yok,” diyor.
Demek ölüm kimselere yakışmıyor. Sekseninde bile küçük olabiliyor insan. Gözleri evin ahşap kirişlerine takılıyor. İsten kararmış kara kirişlerine. “Aha bunları kadınlar getirmiş dağdan. Her birini bir kadın. Şimdiki on kadın kaldıramaz yerinden. Şimdinin kadınları kadın mı?”
Torunları kahkahalarla cevap veriyor. “Doğru, şimdinin kadınları kadın değil. Erkekleri de erkek değil. Zaten insanlık öleli çok oluyor. Devir yaratık devri. Bizler yaratığız. Uzaydan geldik. Hööö.”
Bir cevap gelsin diye sormadığı sorusu böyle sulu sepken cevaplanınca, eliyle havada umutsuz bir daire çiziyor. Gözü dalıyor. Fındık bahçelerinden aşağılara doğru, ta denize kadar bir şey akıp gidiyor gözlerinden. Torunlar şimdi...