Hakikat yolunda ilerleyebilmek için kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.
Birkaç hafta önce, Karanlığın bekçisi vicdan denetçileri başlıklı yazımda “seküler zihniyet bu durumu anlamayacak” diye bir cümle kurdum ve bazı okuyucularım kırgınlıklarını dile getirerek siz seküler kişilerin hiç dua etmediğini mi zannediyorsunuz dediler.
Şu hususu açıklığa kavuşturalım:
Hiçbirimiz ne tam seküler zihniyete sahibiz ne de mutmain mümin bir kalbe.
Durumu anlatmak için kimse alınmasın kırılmasın diye kendi tecrübemden bahsedeceğim. Kişinin ne kadar mutmain bir imana sahip olduğunu gözden geçireceği çok ibretlik bir akşamdı “İstanbul’un Perşembesi” adını verdiğim 27 Temmuz Perşembe akşamı.
Gökler karardığında evde idim. Gazeteye yazımı birkaç dakika önce göndermiş çalışmaya devam ediyordum. Merdiven boşluğunu aydınlatmaya yarayan çatının cam bölümünden korku efektine benzer sesler gelmeye başladı. Çalışmayı bırakıp mutfağa gittim. Tek kap yemek yapmaya üşendiğim için gündüz semt pazarından aldığım bütün sebzeleri yıkayıp ayıklayamaya, ocağa oturtmaya giriştim.