Bitmeyen bir gürültü; akşamları düğün sahiplerinin görgüsüz gürültüsü; sabah ezanında başlayan, gecenin bir yarısı özel takılmış egzozlarına geceye korku salan aklı evvel görgüsüzlerin trafik gürültüsü. Sıcağı bahane edip her an birbirine dalmaya hazır kavgacı horozlar gibi hamle yapan esnafın gürültüsü.
Yaz, açık pencerelerin etkisiyle kesinlikle daha gürültülü bir mevsim. Mevsimlerin en gürültülüsü yaz.
İki gün boyunca evde verdiğim mücadeleden mağlup, çantama attığım bir kitap ile sahil ile minibüsün arasında kalan ama her ikisinin gürültüsünden de azade olduğunu düşündüğüm, henüz müşteri gelmemiş bir kafe bulup oturdum. Otururken ortam ziyadesiyle sessizdi. Fena halde yanılacaktım tabii. Biraz sonra kafenin sahibi olduğunu öğreneceğim genç kadın, yerleri kendi boyunu geçen uzun sopalı paspas ile silerken, televizyonun sesini sonuna kadar açacaktı.
Henüz ortam sessiz iken okuduğum ilk sayfa ile suyu bulmuş bir çöl yolcusu kadar mutlu, kitabıma sıkı sıkı sarıldım. Okuyacaktım. Bana yetecek kadar okuyacaktım. İyi başlamıştım. Kader bu ya Jean Chesneaux’un Zamanı Yaşamak adlı kitabındaki tam şu satırları okurken:
“Aldous Huxley diye biri çıkar ve daha 1932’lerde kahince bir öngörüyle bize “cesur yeni dünya”yı sunar. Cesur Yeni Dünya’da halk gamsız, uysal ve rahatına düşkün biçimde yaşamaktadır. “Hemen’in tutsağı olan bu insanlar, çocukluktan başlayan uykuda eğitim seansları boyunca kafalarına çakılan şu tekerlemeye yapışmaktan başka bir şey yapmazlar.
Geçmiş ve gelecek/beni hasta edecek/Bir gramımı alırım/öyleyse varım.