Geldiğinden beri...Gelmedi esasında. O, bu odaya henüz girmedi. Odaya girmesi için cep telefonunun elinden düşmesi gerekiyor. Düşmedi. Onu kendi haline bırakabilirdik. O, oturduğu koltukta bizimle değil de sanki bir kafenin koltuğunda oturuyormuş gibi ekranıyla “takılmaya” devam edebilirdi. Ama o bizim sohbet etmemize de müsaade etmedi. Her şeye hakim olmak istiyordu. Hem ekrana, hem bize, hem de bütün dünyaya.
İki cümlesinden biri “Henüz 27 yaşımdayım” diye başlıyordu. Henüz 27 yaşındaydı, henüz bir çocuk annesiydi, henüz üç yıllık evliydi, henüz işe yeni başlamıştı...
Bir ara, henüz bir zaman zarfıdır demek istedim. Anlamayacaktı, zarf yerine belirteç demem lazımdı. Henüz bir zaman belirtecidir cümlesi sanki benim kastettiğim anlamı taşıyamayacaktı, vazgeçtim.
Çayları tazelemek maksadıyla mabedime döndüm, mutfağa. Annesi arkamdan geldi. Kızını ayıpladığımı düşünmüş olmalıydı , “Yeni nesil anneler böyle. Patron anneler diyorum ben bunlara” dedi.
Eskiden kayınvalideler gelinlerini çekiştirirdi ilk buldukları fırsatta. Günümüzde anneler kendi kızlarından müşteki. Kendi “patron” kızlarından.
Normali “henüz 27 yaşındaki” kızımızın kalkıp bizim çaylarımızı tazelemesidir esasında. En azından, Durun siz zahmet etmeyin demesi beklenir. Henüz 27 yaşında olan kızımız “ayyyy” diye bir çığlık attı içerden. “Noldu!?” diye elimdeki çaydanlığı telaşla tezgahın üzerine bırakırken annesi, “ Bir şey olduğu yoktur merak etme. Kocasını gözetliyordur. Çocuğu ona bırakıp geldi ya!” dedi.