Sosyal adalet, toplumun tüm üyelerinin dil, din, ırk farkı gözetmeksizin eşit hak ve hukuka sahip olabilmeleridir. İslam kişilerarası ilişkileri düzenlerken adaleti merkeze alır ve fertleri hakkaniyet şemsiyesi altında toplayarak sükûneti sağlar. İlahi ilkeler yaşamı almak üzerine değil vermek üzerine kurar ve insanları paylaşım ağı etrafında bir araya getirerek ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlar.
İslam özel mülkiyeti yasaklamamıştır fakat oluşturduğu paylaşım ağı ile mülkün paylaşımını sağlamış ve bunu ilkeleri ile sürekli hale getirmiştir. Mümin kardeşinin sıkıntısına ortak olmaya çalışan Müslüman onun duygularını aktarmasına ve deşarj olmasına yardımcı olur. Bunun yanında zekât ve sadaka gibi vecibelerini yerine getirerek ihtiyaç sahipleri ile bir bağ oluşturur. Rabbimiz bu şekilde zengin kesime insani bir sorumluluk yükleyerek sosyal bir dengenin kurulmasını sağlamıştır. Eğer mahallemizde, sokağımızda yaşayan yoksullardan haberdar değilsek, kabul etmeliyiz ki, asıl yoksul biziz, asıl yoksul bizim çoraklaşan yüreklerimiz, körelen vicdanımızdır. Eğer sokağımızdaki yoksuldan haberdar değilsek, kendimize dönmek ve “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen Resulullah’ı ne kadar tanıdığımızı sorgulamak zorundayız. Nitekim O bir hadisinde şöyle buyurur:
“Müminleri, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine şefkat göstermede tıpkı yek bir vücut gibi görürsün; onun bir uzvu rahatsızlansa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararetle onun rahatsızlığına ortak olurlar.
Toplumun huzur ve sükûneti fertler arasında sosyal adaletin sağlanması ile mümkün olabilir. Bunun için bireylerin vahyin öngördüğü dayanışma ağının içinde yer almaları gerekir.