28 Şubat günleri… Refahyol hükümeti iş başında, ama belli başlı gazeteler ile bazı TV kanalları askerlerin istediği çizgide yayın yapıyorlar… Bizler de bulunduğumuz gazetelerde ve bize sağlanan sınırlı TV zamanı aracılığıyla dişe diş bir mücadele veriyoruz…
İşte o günlerde, başbakanlıktan gelen bir davete gitmeye hazırlanırken muhalif gazetelerden birinin Ankara temsilcisiyle karşılaştım. Konuşurken bana gelen davetin ona yapılmadığını, davete katıldığımda da muhalif söyleme sahip gazetelerin temsilcilerinin bütünüyle toplantıdan dışlandığını fark ettim.
“Ne güzel” demeyip, bana söz verildiğinde, davet sahibine, ‘yayın organları arasında ayrımcılığın doğru olmadığını’ münasip bir dille ifade ettim.
Kalabalık bir grup halindeydik o akşam, çıkışımın çok sayıda tanığı vardır. Bazıları “Ama askerler de öyle yapıyor” diye bana itiraz etmişlerdi o akşamki toplantının ardından…
O gün de bugün de aynı görüşteyim ben. Yanlış da yapsalar medyanın yanlışını düzeltmek için başka medya organları var. Siyasiler kavgalarını en şiddetli biçimde siyaset alanında yürütürken görevi halkı bilgilendirmek olan gazetecileri de ‘düşman’ olarak görmemelidirler.
Elbette bu tavrı hak etmeyen medya kurumları ve gazeteciler olduğunu ben de biliyorum. Bilmemem mümkün mü? Benim “Ayrımcılık yapılmasın” mücadelesi verdiğim o günlerde, askerler, ‘akreditasyon’ uygulaması başlatıp ‘uyumsuz’ gördükleri meslek insanlarını kendi etkinliklerinden uzak tuttukları gibi, düzenledikleri brifinglerde medyanın önde gelenlerini ‘konu mankeni’ gibi kullanıyorlardı da.