Son zamanlarda bana mutsuzluk veren bir şey var: Dünyanın gittiği yön herkesi rahatsız ediyor etmesine ama, buna isyan etmek, çıkış yolları arayışına girmek, hatta lanetlemek yerine, anlamaya çalışmak daha tercih ediliyor.
Oysa dörtte birini geride bırakmakta olduğumuz 21. Yüzyıl’a büyük umutlarla girmiştik.
İki büyük savaş, o savaşların sebep olduğu yıkım, Sovyetler Birliği adlı otoriter bir rejimin altına düşmüş aralarında Avrupa ülkelerinin de bulunduğu kalabalık nüfus, Varşova Paktı ile NATO blokları arasında süregiden ve bir şeylerin rayından çıkmasının nükleer bir felakete yol açacağı Soğuk Savaş hiç de küçümsenecek dertler değildi.
20.Yüzyıl nesilleri, dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, o dertleri derinden hissettiler. Türkiye’de bizler, ihtilafın sınır ülkesi olduğumuz için, daha fazla hissettik o dertleri…
İşte bu yüzden 21. Yüzyıl’a umutlarla girmiştik.
Sovyet sistemi demokrasi ve özgürlükleri temsil eden rakibi karşısında tutunamayarak kendini feshetme yoluna girmiş, yalnız o da değil, diktatörlüklerin yerini de temsili yönetimler almaya...