Çok uzun yıllar önceydi. Bilkent Üniversitesi öğrencileri tarafından oluşturulmuş kulüplerden biri benim de aralarında bulunduğum üç gazeteciyi o sıralarda henüz ‘medya’ adını bile almamış basın mesleği üzerinde konuşmak için bir panelde buluşturmuştu.
Gazetecilerden biri Cumhuriyet’ten, diğeri Sabah’tandı.
Sabah’ı Ankara’da temsil eden meslektaş, nereden icap ettiyse, gazetelerin keskin çizgilerle okur önüne çıkmasının gerekmediğini, farklı görüşlere sayfalarında farklı görüşten çalışan ve yazarlara da bünyesinde yer vermesinin iyi olacağını, bu bağlamda mesela benim pekala Cumhuriyet’te de yazabileceğimi ifade etti.
Bana söz verildiğinde gazetelerin farklı görüşten yazarlara yer vermesi teklifini destekledim. ‘‘Ben bu iş için iyi bir örnek miyim, bilemem, ama neden olmasın?’’ dedim.
Cumhuriyet yazarı ise teklife ‘‘Öyle şey mi olur, herkes bulunduğu yerde kalsın’’ sözleriyle sert bir biçimde karşı çıktı.
Oysa, bir süre sonra, Cumhuriyet farklı görüşten yazarları bünyesine katmasa bile, günün öne çıkan konularında kendisi paneller düzenledi ve onları günler boyu süren tefrikalar halinde sayfalarında yayınlamaya başladı. O panellerde bazen ben de yer aldım.