Ülkelerin dışa bakan yüzleri günden güne değişmez. Bu gerçeği pek çok ülkenin Türkiye ile ilgili dış politikalarına mercek tuttuğumuzda açık seçik görebiliyoruz. ABD’nin, Avrupa Birliği’nin (AB) veya Avrupa’nın öndegelen ülkelerinin her birinin ‘Türkiye politikası’ var ve araya soğukluk girse bile, o politik tercihler pek değişmiyor.
ABD Türkiye’yi en azından NATO müttefiki olarak yanında tutmak istediğini belli ediyor.
Başlangıçta ülkemizi içinde görmeyi hiç tercih etmeyeceği görüntüsünü verse de, AB’nin nihai tahlilde Türkiye’yi darıltmaktan kaçındığını, Brüksel Zirvesi’nden (2004) ‘tam üyelik’ müzakerelerini başlatma kararı çıkınca bir kez daha anlamıştık.
Rusya için de durum farklı değil. Son on yıl içerisinde, Rusya adına konuşma yetkisi olduğunu varsaymamız gereken en üst düzey yönetim kadrosunun ağzından çıkanlar, Vladimir Putin’in ipleri eline aldığı yeni dönemin Türkiye politikasının Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği dönemlerinden pek farklı olmadığının işaretlerini taşıyor.
Konu Ukrayna’da yaşananlar sebebiyle güncellik kazandığı için Rusya’nın Türkiye politikası biraz daha yakından bakılmayı hak ediyor.
Eski Bizans’ın merkezi olduğu ve İstanbul’un fethiyle meydana gelen boşluğu halef olarak kendilerinin doldurması gerektiği değerlendirmesinin sonucu olarak, Çarlar, İstanbul’un Osmanlı’da kalmasını içlerine sindirememişlerdi. ’93 Harbi’ diye de bilinen 1877-78 yıllarındaki savaşta, Rus orduları Yeşilköy’e kadar girmiş ve İstanbul üzerinde hak iddia eden şartlarını da ihtiva eden bir anlaşmayı Osmanlı’ya dayatmışlardı.