İŞE bakın siz; yıllar sonra, yeniden başladığımız noktaya geldik...
Başladığımız nokta “kutsal devlet” anlayışıydı. Hani “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışıyla yaklaşılan, uğruna idam sehpalarında canların alındığı, hayatların cezaevlerinde tüketildiği “kutsal devlet”... Kabul etmeyenlere, ancak “Ya sev, ya terk et’ seçeneklerinin bırakıldığı “kutsal devlet”...
“Yıllar sonra yeniden başladığımız noktaya döndük” düşüncesi içimden, dün bir gazetenin manşetinde “Ya devlete biat, ya da yok oluş” özetini görünce geçti...
“Devlete biat” her şeyden önemliydi uzun yıllar bu ülkede.
Çeşitli sebeplerle “biat” etmediği için kimlerin başından neler geçtiğini siyasi tarihimiz teferruatıyla yazıyor. Sağ veya sol, mukaddesatçı veya milliyetçi ayrımı yapılmadan hem de...
Nâzım Hikmet’in biyografisinde “Yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapishanelerde geçirmiştir” kaydı var. Necip Fazıl, kendisiyle ilgili madde için bir ansiklopediye malzeme sunarken, “Mektep hayatından daha fazlasını cezaevlerinde geçirdi” notunu ilettiğini hüzünle aktarırdı.