Dün bir sahil kasabasında yakınlarımla sohbeti koyulaştırmışken yanımıza gelen yaşlıca biri, ‘‘Biz sizi Milli Gazete günlerinizden tanırız’’ açılış cümlesiyle kendisini tanıttı. Uzun yıllardır Avrupa’daymış; Milli Görüşçü imiş… Buna ne kadar memnun olduğumu bilemezsiniz…
Onun kast ettiği üç aylık Milli Gazete yayın yönetmenliğim. Oysa ben, ilk çıktığı günlerden o okurun kast ettiği döneme kadar, hem kendi adımla hem ‘Fehmi Muzafferoğlu’ müstearıyla, Milli Gazete’ye sürekli katkıda bulundum.
Arada, Milli Gazete’nin entelektüel kardeşi Yeni Devir’de de yine kendi ismim veya ‘A. Akıncı’ müstearıyla dünyanın dört bir tarafından yazı ve dizilerle göründüm.
Gazeteci sıfatımla tanındığım uzun yılların -son 1,5 yılını hariç tutarsam- neredeyse bütününü ‘sağ’ ya da ‘muhafazakar’ denilebilecek kitleye hitap eden gazetelerde geçirdim.
Bilinenin ve söylentilerin aksine, merkezde bilinen gazetelerden ‘‘Gel bizde yaz’’ tekliflerine, kendime özel sebeplerle sürekli olumsuz cevap verdim.
Şunun da bilinmesinde yarar var: Bir keresinde, bir büyük medya grubunun patronu, ‘‘Bize gel, istersen ana gazetede yaz, istersen ikincil gazeteyi yönet’’ teklifinde bulunmuştu. İşsiz olduğum sırada gelen bu teklife ‘‘Evet’’ demek yerine, yine kendimi yakın bulduğum bir gazeteyi tercih ettim. Teklifin sahibi medya patronunun bu yüzden bana gönül koyduğunu biliyorum.