Böyle ortamlarda hassasiyetler hayli yüksek olur, dostunuza gül uzatsanız dikenini sorun eder. İfade ettiğiniz her farklı görüş, karşınızdakinin varlık sebebini sorgulama olarak anlaşılır.
Seçimden sonra AK Parti’nin hali bu. Sağdansoldan gelen eleştirilere zaten tahammül edilmiyordu epeydir, ama artık kendisine yakın olanlardan, hatta kendi içinden yükselen mahcup itirazlar bile tepkilere yol açıyor.
Öyle olmasaydı, partinin kurucusu, AK Parti hükümetlerinin ilk başbakanı ve Meclis tarafından seçilmiş son cumhurbaşkanı, üstelik uzun yıllar dışişleri bakanlığı sorumluluğunu uhdesinde bulundurmuş Abdullah Gül’ün “Dış politikamızı yeniden başkalarına ilham kaynağı haline getirmek üzere elden geçirmeliyiz” tavsiyesi herhalde serinkanlılıkla karşılanırdı.
AK Parti’nin şu sıralardaki aşırı hassasiyeti, serinkanlı yaklaşımı engelliyor.
Türkiye, AK Parti iktidarının ilk 8 yılında -sadece İslam dünyası için değil- bir süredir liderlik yapmakta zorlanan Batı için de ilham kaynağıydı. Sorunlarını sumen altı etme alışkanlığına sahip, kendisinden ümit kesilmiş kırılgan bir ülkenin sırtındaki bagajlardan kurtulma mücadelesi dikkat çekmiş, bunu hayata geçirme yöntemi ise gözleri kamaştırmıştı.
En önemli göz kamaştıran özelliği ise Türkiye’nin, dış politikasıydı. AB ile ilişkiler canlandırılmış, müktesebata uygun dönüşümler eşliğinde AB’ye tam üyelik sözü alınabilmişti; “1 Mart tezkeresi”ne rağmen ülkemizin güvenilir bir stratejik ortak olduğunu hatırlayan ABD’nin de yardımıyla...