Seçim neredeyse köşe başında, ancak her seçimde kendisini şiddetle hissettiren o tatlı heyecandan hiçbir eser yok.
Bende yok sözgelimi...
Yeterince kalabalık bulamadıkları için olacak, partiler miting yerine mütevazı toplantıları tercih ediyor. AK Parti miting yapıyor, fakat sayısını azalttı; o mitinglerde de bir dinginlik, bir kadere razı olmuşluk havası hâkim...
Ne oluyoruz?
İlk sebep, hiç kuşkusuz, Ankara’da patlayan bombalar ve kanlı eylemde 100’ün üzerindeki insanımızı kaybetmemiz... “Yeterince yas tutamıyoruz, bölündük”deniliyor; ancak yine de içimiz kan ağlıyor ve bu da zaten anlamsız seçimi biraz daha anlamsızlaştırıyor.
Anlamsız bu seçim, çünkü 7 Haziran’da hepimiz kanaatimizi sandığa yansıtmıştık. “Milli irade” tecelli etmişti. Aradan geçen şu birkaç ayda yanlış yaptığımıza dair kuşkulara sahip olmamızı gerektiren bir gelişme yaşanmadı.
Oy verdiğimiz ve vermediğimiz partiler yerlerinden bir milim bile kıpırdamadılar.
Sandıktan, önceki seçimde alınana benzer bir tablo çıkması bekleniyor ve partilerin önceki davranışlarını değiştireceklerini düşündürecek en ufak işaret yok: HDP’yi dışlamaya devam... “Koalisyona varım, ama 4 şartım kabul ediliyorsa”diyen Devlet Bahçeli, MHP adına sert tavrını sürdürüyor... CHP koalisyon ortaklığına gönüllü, ancak AK Parti tek başına hükümet dışı formüllere kapalı olan kapısını açacak mı, kuşkulu...
E, bu durumda ne olacak?
Hepimiz bu soruyu soruyoruz, ama cevap vermekte zorlanıyoruz.
Demokrasi aslında kuralları basit ve bu yüzden eksiklerine rağmen varlığını sürdüren bir sistem: Partiler oluyor demokrasilerde, zamanı geldiğinde seçime gidiliyor ve sandığa atılan oyların belirlediği tabloya uygun bir hükümet, ülkeyi belirli süreliğine yönetiyor...
Türkiye daha Osmanlı döneminden (1876’dan) beri partileri olan ve sandık başına gidilen bir ülke; henüz savaş içerisinde bulunulan bir dönemde, 1 Nisan 1923 tarihinde, Meclis kendini yenileme kararı alabilmiş ve seçim aynı yılın temmuz ayında yapılmıştı.