Her şey İsrail’in istediği yolda gidiyordu. Mısır ve Ürdün’le sınırlı kalan Araplar’a varlığını kabul ettirme girişimi, ABD eski başkanı Donald Trump’ın devreye girmesiyle ‘İbrahim Mutabakatı’na dönüşmüş ve Körfez ülkelerinin çoğu İsrail ile ikili ilişkiler kurmuştu.
Son olarak Suudi Arabistan’ın da kervana katılması bekleniyordu; hem de hiç gecikmeden…
Bu gelişmelerden aldığı cesaretle, İsrailliler, münasebetli münasebetsiz, Müslümanların Kudüs’teki kutsal mekanlarına giriyor ve orada kendilerine ters bakan Filistinli’yi hapse gönderiyorlardı…
İsrail’in beş kez gidip altıncı kez yeniden eski koltuğuna kavuşmuş başbakanı Benjamin Netanyahu, Filistin’i hizaya getirdiğinden emin, gözlerini ülkesindeki muhalif kesimlere dikmiş, onları daha kolay sindirmeyi sağlayacak bir yargı paketini zorla da olsa yasalaştırmaya kalkışıyordu.
Şimdilerde hayatı Helen Mirrer’li bir Hollywood filmine konu olan İsrail’in eski başbakanlarından Golda Meir’in vaktiyle sözünü ettiği ‘‘En iyi Filistinli ölü Filistinli’dir’’ niyetinin yerine gelmesine ihtiyaç kalmadan, Filistinliler kendi ülkelerinde yok sayılmaya başlamışlardı.
Kimse, Birleşmiş Milletler bile, bir zamanlar herkesin dilinde olan ‘iki devletli çözüm’ formülünü ağzına almaz olmuştu.