Kader böyle imiş; 1980’lerin ilk iki yılını ABD’de geçirdim. İlk yılında bir üniversitenin (Massachusetts Institute of Technology, MIT) araştırma merkezinde bulundum, ikinci yılında bir başka üniversitesinde (Harvard) yüksek lisans eğitimi aldım; bir yandan da Yeni Devir gazetesinde orada meydana gelmekte olan Türkiye’yi ilgilendiren olaylarla ilgili uzunlu-kısalı ‘Amerika Mektupları’ yayımlamaktaydım.
En uzun yazılarımdan biri, 1980’de başkan seçilmiş Ronald Reagan’ın ertesi yılın 24 Nisan’ının hemen öncesinde yaptığı bir konuşmada 1915’te Osmanlı coğrafyasında yaşanan ve imparatorluğun çok sayıda Ermeni vatandaşının hayatını kaybettiği olaylardan söz ederken ‘soykırım’ sözcüğünü kullanması üzerineydi.
O konuya dönerim, ama önce kişisel bir gözlemimi aktarmak istiyorum.
Red ve sevgi arasında
Harvard Üniversitesi’nin Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’ne yüksek lisans için o yıl kabul edilen beş kişiden biriydim. Dönem arkadaşlarımdan biri Japon, bir diğeri Filistin’in BM temsilcisinin oğlu, öteki ikisi ise Amerikalı’ydı. Kaynaşmayı sağlamak için bir hafta sonu dönem arkadaşlarımı bizim eve yemeğe davet ettim. Üçü davetimi hemen kabul etti, dördüncüsü sesini çıkarmadı ve gelmedi.
Gelmeyen genç kadın Ermeni asıllı Amerikalı’ydı. “Neden?” diye soran birine, “Bir Türk’ün evine yemeğe gitmek mi, zehirlenebilirdim” gibi bir laf ettiğini neden sonra işittim.