Zihnimde olay taze, ancak üzerinden birkaç yıl geçtiği de bir gerçek. Henüz bir gazetede köşem var. Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye ilişkilerini medya boyutuyla tartışmak üzere düzenlenmiş bir sempozyum vesilesiyle Brüksel’deyim. Türkiye ve Avrupa’dan çok sayıda gazeteciyle birlikte ben de davetliyim.
Verilen bir arada, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) o zamanki Türkiye raportörü ile konuşma fırsatım oldu. Daha doğrusu, onunla görüşmekte olan bir meslektaş, gözleriyle odayı süzerken beni görünce onun el işaretiyle o köşeye sürüklenerek ikili görüşmenin üçüncü kişisi oluverdim.
Pek çok sorunlu konu yüzünden AB-Türkiye ilişkilerinin gerginleştiği bir dönemdi ve AP raportörünün sıkı eleştirilerle dolu bir rapor hazırlaması ve müzakereleri askıya almayı tavsiye etmesi gündemdeydi.
İki farklı gazeteciden bu tavrın yanlışlığını dinleyen ve ısrar edilmesi halinde çıkacak sonuçların çok yönlü rahatsızlıklara yol açacağı uyarısına kulak veren muhatabımız bize kendini bağlayıcı bir şey söylemedi, ancak dinlediklerinden etkilendiğini de belli etti.
Rapor birkaç hafta sonra açıklandığında Türkiye’ye yönelik eleştiriler hayli yumuşak hale getirilmişti ve rapora eşlik etmesi beklenen olumsuz tavsiye de ayıklanmıştı.
“Oui, Yes, Si, Evet…” pankartları