Mesleğimin etkisiyle midir bilmem, en takdir ettiğim insanlar siyasi hayat içerisinde yer alanlardır. Herkes onlarda eksiler ararken ben hep artılarını vurgulamışımdır. Siyaseti fedakarlık mesleği olarak görmüş, milletvekili maaşlarına zam yapıldığında ülke ayağa kalkarken, benim tavrım her seferinde “Az bile” olmuştur.
Siyaset başka bazı ülkelerden farklı olarak bizde ‘yarı-zamanlı’ yapılan bir iş değildir; siyasetçinin gecesi-gündüzü yoktur. Meclis haftada üç gün toplanır, ama milletvekillerinden diğer günler de seçmenleri ve parti teşkilatlarıyla hemhal olmaları beklenir. Teşkilatta yer alanlar ise partilerinin seçimlerde başarılı veya başarısız olmalarının kendi çalışmalarına bağlı olduğu hissine kapılır, zor duruma düşmemek için canlarını dişlerine takarak çalışırlar.
Hepsinin gözü bir yukarı basamağa dikilmiştir. İlçe başkanı il yönetimine gelmeyi, il başkanı belediye başkanı olmayı, belediye başkanı kapağı Meclis’e atmayı, milletvekili ise bakan, başbakan olmayı hedefler.
‘Cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ ile birlikte bu denklemin son iki basamağı ortadan kalktı; artık başbakan yok ve bakanlar da genellikle dışarıdan atanıyor. Bu durum henüz etkisini belli etmedi, ama azalan konumlar bir tıkanıklığa mutlaka yol açacaktır.
Partilerden biri veya ittifaklar dönemine girdiğimizden beri de birden fazlası (şimdi AK Parti-MHP) ‘iktidar’ veya ‘iktidar ortağı’ haline geliyor. İktidar olmak da, yakınında durmak da önemli. Dışarıdan farklı görünse bile içeride bulunanlar açısından, bu, ekstra sorumluluk anlamına geliyor.
Yanlış giden, iyi, güzel ve yararlı olmayan gelişmelerden kim/ler sorumlu tutuluyor dersiniz? Hesaba çekilenler her basamakta yer alan iktidar veya iktidara yakın bilinen siyasiler oluyor.