Demokrasi’ denilen yönetim biçiminin en temel kuralı, iktidarın özgür ve adil bir seçimle belirlenmesi ve seçimle iktidara gelmiş olanların seçimi kaybedince yerlerini seçimi kazanmış olanlara terk etmeleridir.
Kısacası, kendileri adına devlete kim/lerin sahip çıkacağına, kendilerini kimlerin yöneteceğine yaş ve akıl açısından olgun kabul edilen vatandaşların -seçmenlerin- karar verdiği sistemin adıdır ‘demokrasi’…
Sandığın yönetime taşıdığı politik kadrolar, bu yolda adım atmaya başladıkları ilk gün, bu gerçeği bilir.
Muhalefet vatandaşın gönlünü kazanıp oylarını alarak iktidar olmaya çalışır, iktidara gelme hakkını seçimle kazanınca da seçmenlerin desteğini sürekli arkasında hissedebilmek için anayasa ve yasaların belirlediği sınırlar içerisinde davranmak yanında vatana ve millete hayırlı hizmete devam eder.
Seçmen de demokrasilerde nihai karar merciinin kendisi olduğu bilinciyle davranır ve yoldan sapan, vaatlerini yerine getirmeyen iktidarlardan yüz çevirip muhalefetten beğendiklerini iktidarla görevlendirir.
Durduk yere mevcut iktidardan bıktığı ve herhangi bir somut gerekçe bulunmasa bile gönlünün muhalefete kaydığı da olur seçmenin…
Bu gerçekler bilindiği ve daha da önemlisi politika arenasında yer alanlar daha ilk günden bu gerçekleri bilerek yola çıktıkları için, demokratik ülkelerde, iktidar değişiminde sorun yaşanmaz.
Nihai seçici olduğunun bilincindeki seçmen oyunun değerini de bilir.
Türkiye 20 yıldır tek bir partinin iktidarıyla yönetiliyor. AK Parti 2002 yılında seçmenin üçte birinin oyunu alarak iktidara geldi ve hemen her seçimde seçmenlerinin sayısını artırarak iktidar ömrünü uzatmayı başardı. İktidarı seçmenin yalnızca üçte birinin oyuyla kazanması seçim sisteminin buna imkan vermesi sayesinde gerçekleşmişti. Sisteme göre, oy oranları %9.9 bile olsa partiler yüzde 10 barajına takılıyor ve Meclis’te temsil edilemiyorlar.