Türkiye’nin gözbebeği İstanbul’un kalbi mesabesindeki İstiklal Caddesi’nde meydana gelen ve altı insanın ölümüne, çok sayıda insanın yaralanmasına yol açan patlamadan sonra, hem eylemci kadının yakalanması hem de onunla irtibatlı olduğuna inanılan 50’den fazla kişinin gözaltına alınması bana eski bir sloganı hatırlattı:
“Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar” sloganını…
Güvenlik güçlerinin kendilerinden beklenen cevvaliyeti göstermesi ülke açısından sevinilecek bir durum.
Eylemin hemen ardından devletin başka birimlerinin de hiç vakit kaybetmeden devreye girdikleri fark ediliyor.
Mesela bir mahkeme olayın üzerinden dakikalar geçmeden yayın yasağı koyabildi.
O yasağın konulmasını bir bakanlığın talep ettiği öğrenildi.
Gazeteleri, TV kanallarını görevlerini yerine getiremez hale getiren yayın yasağıyla birlikte, devletin bir başka biriminin de interneti erişilmez kılan bir uygulamayı devreye soktuğu anlaşıldı. Sosyal medya kullanıcıları bu durumdan etkilendi.
Herkes, ne olup bittiğini, o sırada bir yurtdışı geziye gitmek üzere olan Cumhurbaşkanı ile aynı sıralarda sınır ötesi bir ziyaretten dönen konunun ilk elden sorumlusu bir bakanın yaptığı açıklamalardan öğrenmeye çalıştı.
Verdiğim kronoloji, devletin bu tür olağandışı bir gelişme sonrasında yapılacaklarla ilgili bir ‘tedbirler akışı’ bulunduğuna işaret ediyor.
Her birinin karşısında bir ‘tık’ kutusu bulunan bir tedbirler akışı…
İstiklal Caddesi’ndeki patlama olayında o kutucukların her birine hiç vakit kaybetmeden birer ‘tık’ konulabildi.
Devlet çarkı olağandışılık durumlarına hazırlıklıymış…
Çark olay sonrasında çalıştı.
Peki ya öncesinde?
Ülkemizde beş milyon kadar yabancı -bir bölümü ‘mülteci’ statüsünde- insan yaşadığını biliyoruz. Bunların çoğu Suriye’de patlak veren savaştan kaçan insanlar. Onlar için inşa edilmiş özel bölgelerde yaşayanlar yanında ülkenin dört bir köşesine yayılmış Suriyeliler de var.
Yalnız Suriyeliler mi aramızda?