Türkiye 1946 sonrasında girdiği ‘çok partili parlamenter sistemi’ sonunda terk etti; dün adı ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ olarak konulsa da esasında bal gibi ‘başkanlık sistemi’ olan yeni bir yönetim anlayışına geçildi.
’Çok partili parlamenter sistem’in de, Cumhuriyet’in kuruluşundan 1946 yılına kadar sürmüş ‘tek partili parlamenter sistem’ gibi, bizdeki uygulanan biçimleriyle, sorunlar yaşattığını biliyoruz.
Başka ülkelerde başarılı sayılabilecek örnekleri bulunduğu halde, halkımız her iki sistemden de hep şikayetçi oldu. Şimdi terk edilen sistemin sürekli bir askeri vesayete zemin teşkil etmesi, her bunalım dönemini askeri müdahalenin takip etmesi bile onu beğenmemek için yeterli bir sebep sayılabilir.
Sistemi bütünüyle değiştirmek yerine, hazır askeri vesayeti geride bırakmışken, eldekini ıslah etmeyi deneyebilirdik; gerçek anlamda bir parlamenter sistemi bütün kurum ve kurallarıyla denedikten sonra istenen sonucu alamazsak şimdiki yola başvurabilirdik…
Daha önce de devlet yönetiminde bulunmuş önemli isimlerin, –Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in adları bu bağlamda anılabilir- çare olarak önerdikleri ‘başkanlık sistemi’ne geçmek daha cazip geldi.
Adı ne kadar değişikse, bizde uygulanmaya geçilen ‘başkanlık sistemi’ de, dünyadaki başka örneklerden pek çok yönden farklıdır.