Dünkü yazıyı bitirirken eklediğim bir cümle bana pahalıya patladı.
O cümle şu:
- Reklam -
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafında ‘başdanışman’ sıfatıyla bulunanlar arasında ABD’yi iyi bildiğini varsayabileceğimiz isimler var; ancak onların tavsiyeleri de beklenen sonucu getirmemiş görünüyor.”
Gelen itirazın özeti şu cümle: “Sen kim/leri kast ediyorsun?”
İzlediğimiz film: 13 Gün…
Kimleri kast ettiğimi belirtmem için önce eskice bir olayı aktarmam gerekiyor:
Yıl 2000 olmalı; film o yıl gösterime girmiş çünkü. Bizde gerçekleri sunan siyasi filmlere pek fazla ilgi duyulmadığından, her salonda kendisine yer bulamamış ‘13 Gün’ filmi için, Osmanbey’deki Gazi Sineması’na yolumuzu düşürmüşüz.
Bir meslektaş ve eşiyle birlikte.
Hadi adlarını da yazayım: Cengiz Çandar ve eşi Tuba Çandar’la…
Lobide seansı beklerken içeriden filmi izlemiş kalabalık bir grup çıkıyor. A o da ne, en baştaki Tayyip Erdoğan değil mi? Yanındaki kalabalık grup da siyasette hep yanında bulunmuş kadrosu: Gruptan Ömer Çelik’i.. Hüseyin Besli’yi.. Yalçın Akdoğan’ı hatırlıyorum.
Siz “15” deyin ben “20” diyeyim, işte öyle bir kalabalık grup, birlikte film izlemeye aynı sinemaya gelmişler…
Tayyip Bey bizleri görünce, “Önemli bir film, iyi ki gelmişiz” diyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ‘Tayyip Bey’ diye söz edişim sizleri şaşırtmasın; o sırada kendisi davalı ve henüz AK Parti de kurulmamış; hepimiz, herkes, kendisinden bahsederken ‘Tayyip Bey’ diyor o zamanlar…
‘13 Gün’, evet, özellikle siyasiler için önemli bir film. Türkiye’nin adının da geçtiği bir uluslararası ihtilâfı beyaz perdeye yansıtıyor; 1962 yılında ABD’de yaşanan ‘Küba füze krizi’ni…
Beyaz Saray’da genç başkan John F. Kennedy oturuyor. Üzerinde Amerikan üssü de