Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip
Erdoğan, partisinin Antalya olağan
kongresinde, “Eskiden bira festivallerinin düzenlendiği
Antalya’nın, Menderes Türel
sonrasında aslına döndüğünü” söylemişti. Sahi, aslı neydi
Antalya’nın?
Her ne kadar sözü edilen “aslına döndürme çabaları” içinde; açık
havada alkollü içimi
yasaklansa, doğu ve batı ilçelerine kadınlar plajı “uydurulsa”,
durup dururken şehrin
Selçuklular tarafından fethi kutlamalarına başlansa ve dahi bu
tarih Atatürk’ün Antalya'ya
geliş tarihine denk gelse de(!) şehrin bir kere adı falsoydu!
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın şehri
fethettikten sonra, “Alâeddin’in şehri” anlamına
gelen Alaiyye adını verdiği Alanya’nın, fetih günü kutlamaya
kalkması bir derece
anlaşılabilirdi. Ama hala bir Pagan kralın,
Attalos’un adını taşıyordu şehir. Milattan
önce,
170’li yıllarda şehri kuran Bergama kralının adını...
Oysa aslına dönme çabaları şehrin ismini değiştirmekle
sürebilirdi; mesela şehri düşmandan
yaklaşık 1300 küsur yıl sonra geri alan(!) Selçuklu Sultanı
2. Gıyasettin Keyhusrev ’den
esinlenerek “Gıyassiye” konulabilirdi. Böylece
münafıklıkla “kıyasıya” savaş eden bir şehir
kimliğine bürünürdü.
Öyle olmamış. Anadolu’nun Akdeniz’e açık bir liman şehri oluşu
Antikiteden başlayarak
Antalya’ya kimliğini kazandırmış. Başka uygarlıklarla etkileşmiş.
Bilim, kültür, sanat şehri
olmuş. Bir Arap gezgini olan İbn-i Batuta daha 14.
yüzyılda Antalya için, “Her dinden insanın
kendi bölgesinde oturup, huzur içinde yaşadığı bir şehir”
tanımlaması yapmış.
Turizme gelirsek; 1901 yılında Fransa’dan yapılan bir organize
seyyah turunun varlığı
arşivlerde yer alıyor. Yine aynı tarihlerde Padişah
Abdülhamit’in, saraya konuk gelen İngiliz
veliahdını av turizmi için Antalya’ya gönderdiğini de
biliyoruz.