Twitter’a bayılıyorum. Sitedeki çok zeki genç insanların, “Şu 40 yaş üstündekiler taymlayndan bi defolup gitse ya!” kovmalarına rağmen kalıp, mazoşist bir beğeniyle onları izliyorum.
Ara Güler’in kaybını yine o mecradan öğrendim. İlerleyen saatlerdeki kapışmayı da(!) yine çok sevdiğim bir genç kadının, “Sanatçı hakkında söylenen olumlu ve olumsuz her yorumu beğeniyorum. Amma orta yolcuymuşum” iletisiyle fark ettim.
(O her ne kadar bu tanımı kabul etmediyse de) sanatçının özellikle son yıllarındaki siyasi iktidarla yakınlaşmasını eleştirenlerle, onu savunanlar arasındaki atışmaların anahtar sözcüklerini hemen çıkardım. Bunlar: “Nefret”, “kötülük”, “öfke” ve “aşağılama” idi.
Ara Güler giderayak yine büyük bir şaka yapmış, Twitter camiasını ikiye bölmüştü. Daha önemlisi, arada da bırakmıştı. Hem lehte hem de aleyhte atılan tweetleri “layklayanlar” azımsanmayacak çokluktaydılar.
Demokrat olmalarına karşın, ancak keskin olmayarak edindikleri pozisyonları koruyacağına inananlar, sanatçının önemli bir fotoğrafçı olduğunu ama son yıllarındaki eleştirilen iktidar yancılığının onun değerini azaltmadığını söylemekteydiler.
Nefretten başlarsak; nefret bu topraklardan hiç eksik olmamıştı. İşin iyisi, ayrık otu gibi kendiliğinden çıkmıyor, zaman zaman onu sulayıp bakanlarca yeşertiliyordu. Nefretin değirmenine su taşımanın da tarihsel bir hesap vericiliği olmalıydı. Baskıcı dönemi meşrulaştırmak da suç değil miydi?