Yine berbat bir güne uyanmıştık. Hava kurşun değil ama ağır ve akışkan bir civa gibiydi…
Sahte bir parlaklıkta, amorf bir yapı gibi akarak ilerleyen; sinsice yuvarlandığı alanda hiç iz bırakmayan; hep bir yerleri doldurabilme telaşındaki ele geçirilemez element, civa gibi…
Derken, civanın içine çığlıklar içinde bir metal yığını girdi. Devletlünün, “orada olmaması gerekirdi!” dediği kütleye, o lokomotife bir başkası arkadan çarpmıştı. Havada uçuşan metal parçaları civayla birleşip amalgam oluşturdu.
Bu ülke halkının çürümekte olduğunun farkında bile olmadığı kokmuş boşluklar, bir sahte dişçi elinden çıkmışçasına gri-siyah amalgam ile doldu. Yalnızca dudaklar kurumadı; amalgamın ağırlığı ve katılığıyla sıkışıp, taş kesti yürekler.
Orada olmaması gerekirdi diyene, “Asıl sen orada olmaman gerekirdi” yollu aklı selim tepkiler geldi. Yanılıyorlardı. İnsanlık, tarihteki benzerlerinde görüldüğü gibi, belli dönemlerde kendini yönetenlerin “orada bulunmasını” arzulamaktaydı